Hakan Şükür’ün gidişi ve genel gidişat üzerine

Siyasi alanda hararet yükselten son gelişmelerin içeriklerinin, niteliklerinin, yöntemlerinin yanı sıra hissettirdiklerinin de 2007’de yaşadıklarımıza benzemesi şaşırtıcı lakin ürkütücü değil. Sadece üzücü.

Görünür bir alanda epeydir manevralar yapmakta olan İdris Bal’ın ardından, Hakan Şükür de AK Parti’den istifa ederek varlığını hatırlattı. İkisi de giderken AK Parti sandalyelerinde oturan başka vekillerin de asla uygun davranabileceğinin işaretlerini vererek yeni ‘evre’nin netleşmesine katkıda bulundular. Hayırlı olsun.

Şükür’ün istifasının timingi epeydir karılan kartların açılmakta olduğunun işareti. İstifanın dershane tartışması kızıştığında değil de yatıştığında, hele de Hocaefendi “daima sulh yolunda” derken gelmesi manidar. Çünkü dershaneler, eğitimin sorunlu bir alanına yapılacak siyasi müdahaleye direnç olmayıp bilakis Mavi Marmara ile açığa çıkan MİT kriziyle el yükselten ayrışmayı tabana yaymak için işlevsel bir değere sahipti ve bu yönde de değerlendirilmişti.

Amacın Cemaat tabanını oy verdiği, sevdiği inandığı, aynı secdede, aynı şükürde, aynı duada ve duyguda buluştuğu Başbakan Erdoğan’dan soğutmak, uzaklaştırmak olduğu anlaşılıyordu.

Lakin onca çabaya rağmen, Şükür’ün gidiş biçimi ve zamanlaması gösterdi ki istenilen olmamış, taban operasyonu çekenlerin arzu ettiği oranda Erdoğan’dan uzaklaşmamış -ki yeni bir hamleye ihtiyaç duyulmuş.

Dershane tartışmasının sönümlendiği, paydaşların MEB ile ortak hareket etme kararı aldığı noktada, kabuk bağlamış bir yarayı -ki dershaneler cemaat yapılanmasının omurgasıysa tabanın da teni gibidir- kasten kaşımak, bunu da futbol başarısı nedeniyle kitleselleşmiş bir isim üzerinden taraftarı da cepheye çekerek yapmak plan sahiplerinin ince işleri olsa gerek.

Her manevrayla biraz daha anlaşılıyor ki stratejistler, işbirliğine girilen odaklarla varılan mutabakatın gereğini yerine getirmek için Cemaat’in tüm imkanlarını kullanıyor ve bunu da Cemaat tarihinde örneğine rastlanmayacak derecede keskin bir siyasetle yapıyor.

Şu an yürütülen siyaset, Cemaatin çok daha evvelden değişen siyasi pozisyonunu haklılaştırma ve tabanına kabul ettirme siyaseti.

AK Parti karşıtlığında birleşen tarafların karşılıklı manevraları, istikametin CHP-Cemaat koalisyonu olduğunu gösteriyor. İki taraf için de doku uyumunun sorun olacağı düşünülebilir. Öyledir de. Lakin yürütülen sert siyasetin temel nedeninin cemaat tabanının algı-duygu durumunu yönetmek, hafızasını sıfırlamak ve gönlünü bulandırmak marifetiyle tabanı bu koalisyona razı etmek olduğunu unutmamak gerek. 

Haliyle bu birlikteliğin tabanda yaratacağı şoku, alerjiyi azaltmak için bir yandan karşısına geçilen Hükümet şeytanlaştırılırken öte yandan yeni partner ve siyasi pozisyon haklılaştırılmak istenmekte.

Yapılmak istenen ameliye bünyeyi cinsiyet değiştirmiş gibi değiştireceği için de doz aşımına yol açmasın diye hem ölçüye dikkat edilmekte hem işlemler zamana yayılmakta.

Olabilir. Nihayetinde yapılan siyasettir. Cemaatin üst yapısı ve kurumsal aklı şimdiye dek, “siyaset sadece siz fanileri ilgilendirir, bizim süfli meselelerle işimiz olmaz” fotoğrafı vermiş olsa da herkesin bildiği sır, son yaşananlarla birlikte ifşa olduğu içindir ki orada yaşanan sıkıntı çok boyutlu aslında. Daha şimdiden cemaate itibar kaybı yaşatmak da, temiz insanların gönül birlikteliğine yörüngesine girilen Neoconların gölgesini düşürmek de hesap hatası değilse neyin nesidir bilinmez ama hizmeti hezimete sürüklemek isteyenlerin o gün orada olmayacağını tahmin etmek zor değil.

Lakin ben bu siyasetin ne tabanda tutacağına ne de bu işin böyle, planlayanların arzu ettiği gibi sonuçlanacağına inanmıyorum. Az çok tanıdığım bir yapının, sevdiğim değer verdiğim insanların yer aldığı gönüllüler hareketinin, birileri onları Türkiye’ye, demokratikleşme hamlelerine, siyasi iktidara ve özellikle çözüm sürecine karşı kullanmak istiyor diye öyle davranacaklarına ihtimal dahi vermiyorum.