Hakeme değil, kendine bak!

Bazı takımlar bazı maçlara tembel çıkıyor... Bunun nedeni; 90 dakikayı bazen çok uzun süre olarak kabul etmelerinden.. Yavaş yavaş, sakin sakin oynayarak, bir şekilde istedikleri sonuca ulaşacaklarını sanıyorlar.

Beşiktaş da bu kıvamda maça başladı. Sanki 3 puanın güme gitme riski yokmuş gibi, salına salına atak yaptı. Böyle bedavadan 3 puanı kim veriyor?

Koca devre bitti- her iki takım için de ciddi anlamda pozisyon, atak, tehlike sayılacak girişim yoktu. Şuna bizi uyuttular diyeceğim ama, asıl kendileri uyudu.

***

Oğuzhan’ın yokluğu başkma herhangi birinin yokluğuna benzemiyor. Takımı çekip çevirecek, gaza getirecek, pozisyona sokacak adam olmayınca; ne yapsanız olmuyor. Fernandes var diyeceksiniz ama, ben o adamın Beşiktaş’la ruhsal, fiziksel, maddi, manevi tüm ilişkilerini kopardığını, aklının çok başka yerlerde olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden de onu zaten yok farzediyorum. Ondan artık hayır gelmez.

Maçın başlamasından itibaren tam bir saat geçmesine rağmen; oyunun tempo ve heyecan kazanmaya hala niyeti yoktu. Ne zaman ki Oğuzhan devreye girdi, anında işin rengi değişti. Beşiktaş’la beraber Antalya da uyandı. Maç havasını buldu. Ama ilk bir saati hovardalıkla harcarsan; bunun elbette bir bedeli olacak. İki puan boşuna kaçmadı.                 

Kadronun yeni ismi Jones’a gelince... İyi niyetle bir şeyler yapmaya çalıştı. Fakat; yapmayı istediği şeyler, sadece iyi niyetle gerçekleşmiyor. Beceri, ustalık, klas istiyor. Bunlar onda yok demiyorum ama, galiba biraz paslanmış... Ya da ilk defa sorumluluk almanın tedirginliğini yaşadı. Gene de, daha iyi olacağına yönelik umudum var.

***

Beşiktaş ikinci yarının hemen başında, Holosko’nun pozisyonundan penaltı bekledi ama; daha çok omuz omuza bir mücadeleydi. Gerçi bir miktar itme de vardı ama, buna penaltı çalmak; ayakta  çıkmış bir sivilceden dolayı, bacağı kalçadan kesmek gibi saçma bir operasyon olurdu. Kararı doğru saymak gerekir. Almeida’nın pozisyonunda ise, iki ayak çarpıştı. O kadar!