Muhabir: “Türkiye DAÝÞ’e yardým ediyor, Kürtlere karþý terörist bir savaþ sürdürüyor” dediniz.
Chomsky: Elbette, o (Erdoðan) bir katil!
Akýl almaz bir genellemeler dünyasýnda yaþýyorlar. Mesele ve tartýþma ne olursa olsun, saplantý haline dönüþtürdükleri stratejik hedefleri uðruna her türlü mücessem hakikatle kavga etmeyi göze almýþ durumdalar. Dur durak bilmez, had hudut tanýmaz bir þekilde her þeyi araçsallaþtýrmaktan kendilerini alýkoyamýyorlar. Konu veya baþlýk hiç fark etmiyor. Artýk bir patern var karþýmýzda. Hemen tanýyabiliyoruz onlarý. Zaman, tarih ve hakikat ne olursa olsun, onlarýn neler söyleyebileceklerini kestirmek en kolay iþ oldu. Hiç þaþýrtmýyorlar, hiç þaþýrmýyoruz.
Daha vahimi, evrensel olmalarý. Üstelik yeryüzünün her yerinde bu ‘ayný türden’ bulmak mümkün. Ne coðrafya, ne toplum ne de ekonomi-politik etkileyebiliyor onlarý. Küresel siyasi ve iktisadi kurumlarýn, uluslararasý teþkilatlarýn siyasetsizliðe gömüldüðü fakat nadiren hemfikir olabildiði bir çaðda, ardý ardýna hemen her konuda a’dan z’ye hemfikir bir halde bildiri üstüne bildiri yayýmlayabiliyorlar. Kararsýzlýðýn ve eylemsizliðin yükseldiði, pasif izleyici olmanýn kutsandýðý bir dönemde ‘gýpta edilecek bir küresel aktivizm’ sergiliyorlar.
Ýlginçtir, maddi gerçeklerden etkilenmiyorlar. Vakýalarýn tabiatý onlarý ilgilendirmiyor. Ne mukaddem ne de tali olan umurlarýnda. Siyak ve sibaký duymak bile istemiyorlar. Yaftalarý ve kliþeleri çok seviyorlar. Tek seferde ve bir hükümle her þeyi açýklýyorlar. Usulü tahrifattan, esasý manipülasyondan devþirmekten özel bir haz alýyorlar. Her seferinde aklýmýzý deðil sabrýmýzý, mantýðýmýzý deðil ahlâkýmýzý zorluyorlar. Mitomaniye müptela bir halde, ne kadar dayanacaðýmýzý test edip duruyorlar.
Muhalifler. Öyle olduklarýný söylüyorlar. Müesses nizamýn fazlasýyla bahtiyar olacaðý kadar muhalifler. Zira bugüne kadar ne söyledikleri ne de yaptýklarý, müesses nizamý zerrece etkilemiþ deðil. Aksine, sistemin ihtiyaç duyduðu enerji boþalmasýnýn topraklama iletkeni olmanýn ötesinde bir vazife ifa ettiklerine þahitlik eden de olmadý. Hatta çoðu kez sistemin tepkimesinde bir katalizör olmaya da gönüllü oldular.
Ahlakçýlýkta kimseyi muhatap almayacak kadar üstenciler ama diðer taraftan da ilkel düzeyde sekülerler. Ýçinden çýkamadýklarý ve her þeyi zehirleyen asýl marazlarý da bu zaten. Zira sekülerizmin acýsýný ve sancýsýný dünyanýn dört bir yanýndaki mazlumlarý kendilerine kamufle ederek hafifletmeye çalýþýyorlar. Aslýnda dürüstçe iktidar talep ettiklerini ve Tanrý’yý kovduklarý hayatlarýný baþka türlü anlamlý kýlamayacaklarýný itiraf etme cesaretleri olsa, normalleþme ihtimalleri bile olabilir.
Her dönem kendilerine bir kisve bulmakta mahirdirler. Þimdi de Sykes-Picot’nun asýrlýk acýlarýna musallat oldular. Kürtleri kendilerine yeni kisve olarak seçmiþ durumdalar. Zinhar, Kürtlerin bu duruma itiraz etme haklarý olmadýðý gibi, neyin ne olacaðý ve nasýl olacaðý konusunda ‘Kürtlerin tüketmek zorunda olduklarý siyasal menüden’ asla taviz vermeyeceklerini de ilan etmiþ durumdalar. Üstelik o kadar ileri gitmiþ hâldeler ki, Kemalistleri hicaba düþürecek düzeyde ‘kimin Kürt olacaðýna, hatta ne kadar olabileceðine’ de onlar karar veriyor.
Wittgenstein’ýn ‘olgulara adaletle muamele etmek kadar zoru yoktur’ þiarýný hatýrlayýnca, hakikatin yegâne sahibi olduðunu düþünen bu güruhtan baþkasý aklýmýza gelmiyor. Evet, zorluðun farkýndayýz. Lakin saptýrmalarýnýza, yalanlarýnýza ve maddi gerçeklerle amansýz kavganýza seyirci kalmak zorunda deðiliz. Hele ‘en popüler küresel muhalif figürünüzün’ düzeyini görünce, yaþadýðýnýz cinnet karþýsýnda, Saramago’nun Körlük’te tasvir ettiði akýl hastanesindeki hâller gözümüzün önünde canlanýyor. ‘Beyaz körlük’ten kurtulur musunuz bilinmez, ancak hakikatle amansýz savaþýnýzýn ahmaklýðý konusunda þüphe býrakma
dýnýz!