‘Dünyaya,insan insanın kurdudur..’ diye baktıran sefil anlayış’ başlıklı son yazım üzerime, hem tlf ve e-mail adresime, hem de o yazımın yayınlandığı muhtelif internet sitelerine yazılan yorumlar aracılığıyla bazı suçlayıcı tepkiler aldım. Onların genelde hangi saik ve eğilimlerle yazdıkları da anlaşılıyor. (O yazıma katılanların yazdıklarını ayrıca söz konusu etmiyorum.)
***
80-100 yıl önce, Ferid Kâm, bir dörtlüğünde şöyle diyordu:
‘Garâbetin bu da bir nev’idir ki, insanlar,
Hakikati bulayım der, başka yolda yürür.
Bir gün ez-kazâ rastlasalar, Hakikat’e,
Onlar Hakikat’e, Hakikat onlara tükürür..’
***
Bu tepkiler vesileyle, şairin işaret ettiği noktaya düşmemek için, 1-2 noktaya da değineyim.
1- Bir cinayete, bir zulme karşı çıkılması üzerine, ‘Ama, filanlar da şunu yapmıştı..' demek, o cinayeti zımnen kabul etmek olmaz mı? ‘Sui-misal, misâl olmaz.. Kötü örnek, örnek olmaz..’
Burada, hedef belirlenerek ve kime ait olduğu ve içinde kimlerin olduğu bilinerek, yani kasıtlı olarak patlatılan bir otomobildeki anne ve yavrusuna karşı kurulan alçakça bir tuzağa işaret olunmasına karşılık olarak, ‘Roboski’yi hatırlatmanın ne gibi bir mantıkî ilgisi vardır?
O facia olduğunda da, şahsen birçok yazılar yazdım. İlk yazım, 'Bu, kasten yapılmışsa korkunç bir cinayettir; kazâ ise trajedidir..' çerçevesindeydi. O acı konuyu burada tekrar tartışmanın, peşin hükümleri ikna edecek bir sonuç vereceğini sanmam..
2- Bazılarının da, ‘O anne ve çocuğuna acıdığınız kadar, yüreğinizi, velev, babalarının darbeyle ilgileri olsa bile, onların kaçarken, Ege Denizi’nde boğulan mâsum çocuklarına da açsaydınız’ diye tuhaf bir akıl yürütmelerine de değinmek gerekiyor.
Ülkede bir askerî darbeye kalkışılmıştır, öncekiler gibi.. Ama, öncekilerden farkı şu ki, müslüman halk kitleleri ilk olarak ve ‘liderini bulmuş bir halk ve beşer plânında halkına dayanmış bir lider’le, 'Allah'u Ekber!' silahını kuşanarak, direnmiş; milletin silahını yine millete çeviren o alçakların hıyanetine yüzlerce kurban, binlerce yaralı vermiş ve o askerî darbeyi yenilgiye uğratmış; o darbe hıyanetine katılan asker üniformalı binlercesi tutuklanırken, yüzlercesi de Avrupa ve Amerika'daki koruyucularının yanına kaçmıştır.
Kaçanların ailelerinin pasaportlarına da, o Olağanüstü Hal karşısında, OHAL kanunlarıyla bir takım sınırlamalar getirilmiştir. Böylesine büyük bir fitne zamanında genel tedbirler alınırken suçsuz insanların canı da yanmış olabilir. Bu gaayet tabiîdir. Bunlar giderilebilir, giderilmektedir de..
Şimdi.. (OHAL) uygulaması sona erdi ve darbecilerin yakınlarının pasaportları üzerindeki 'idarî tedbirler’ de kaldırıldı. Buna rağmen, bazı darbeciler, kendileri kaçarken, bir kısım mâsum yavrularını da yanlarında götürmeye kalkışıyorlar ve onların o yürek parçalayıcı âkıbetlerini de hazırlıyorlar.
(Bu satırların sahibi de 12 Eylûl 1980 Darbesi'nden sonra, kanûnî olmayan yollarla ve 35 yıl sürecek bir fizikî kopuşla yurt dışına çıkmış, ailesini de aynı şekilde sonradan yanına alabilmişti. Ama olabilecek her şeyi baştan göze alarak..)
Böyleyken.. Bir takım hain darbecilerin, günahsız çocuklarını bir maceraya atmaları ve onların da hayatlarını kaybetmeleri, evet, trajik/ yürekler parçalayıcı bir durumdur, bu tablodan, uyarmak adına bile olsa, devleti yönetenleri suçlamak ve vebali, asıl katil ve hainler yerine, o hıyaneti söndürmeye çalışanların üzerine atmanın sağlıklı bir mantığı var mıdır?
Evet, yanlışlara da dikkati çekelim, ama, hain darbecilerin bizim vicdanî hassasiyetlerimizi çarpıtmalarına âlet olmayalım.