Bu operasyona çok meraklı değildik. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Bir gece ansızın gelebiliriz” kararlılığı, aslında gitmemize gerek kalmaması içindi.
Ama biz, “Yapmayın” dedikçe ABD inadına TIR gönderdi.
Sonunda Türkiye, meşru müdafaa hakkını kullanarak Afrin ve Münbiç’i terörden temizleyerek asıl sahiplerine teslim etmek için harekete geçti.
Fırat Kalkanı ile kurtarılan bölgeler, harabeye dönen Suriye’de birer vaha gibi yeşerdi.
Ama Suriye’nin normalleşmesini inanın sadece biz istiyoruz ve bu istek, emperyalistlerin hiç hoşuna gitmiyor.
Onun için Zeytin Dalı, Suriye’yi parselleyenleri çok rahatsız etti. 7 yıldır burayı karıştıranlar Türkiye’ye, “Hemen çıkın” baskısı yapıyor.
Hiç ölmeyen Haçlı ruhu, yeni kıyafeti ile tekrar sahnede.
Yıllardır besledikleri PKK’lı hainler, meclislerinin önüne kamp kuruyor, kardeşlerimize saldırıyor ama medeni Avrupalıların kılı bile kıpırdamıyor.
Bırakın müdahale etmeyi, toplu halde “terörist kılığı”na bürünen parlamenterler, lisan-ı hâl ile “Türkiye’ye zarar veren her türlü aşağılığı desteklemek bizim ulusal görevimizdir” diyor, PKK’ya her türlü desteği veriyorlar.
Amerika ise arkasına gizlendiği terör örgütleri üzerinden Türkiye’ye karşı korkunç bir savaş yürütmektedir.
Rusya’nın yakınlığı da sadece “menfaat” üzerinedir, her an bitebilir.
Nitekim “kiralık katili” Esad üzerinden bizi sık sık tehdit etmektedir.
Son dönemde “en yakın müttefikimiz” gibi görünen İngiltere ise İsrail hançeri dahil, etrafımızda olup biten her hıyanette parmağı olan ezeli düşmandır.
Bunlar “komplo teorisi” filan değil.
Bugün Türkiye kapsamlı bir kuşatma altındadır.
Yeniden şahlanmakta olduğumuzu gören emperyalistler üzerimize çullanmıştır.
Çünkü Türkiye’nin kontrolden çıkması onlar için “ölüm” demektir.
Ama bunlardan korkmanın anlamı yoktur.
Dip noktada iken giriştiğimiz Kurtuluş Savaşı’nda karşımızda tutunamayanlar bugünkü güçlü Türkiye’ye ne yapabilir?
Ama...
O günkü zaferin de sırrı olan birlik ve beraberlik ruhunun tekrar tesis edilmesi şartıyla...
***
En ağır görevi yine Mehmetçik üstlenmiş ve başarıyla yürütmektedir.
Ama bugünkü İstiklal Mücadelesi sadece “cephe” ile sınırlı değildir.
Hatta bu sefer sonucu, “cephe” dışındaki mücadele belirleyecektir.
Bunun için, yürütülen yoğun diplomasinin yanı sıra, medya ve siyaset dünyamız başta olmak üzere bütün kesimlere görev düşmektedir.
Bu alan “muhalefet”e kapalıdır.
Bu, her türlü iç çekişme ve farklılıkların üzerinde olan bir ölüm-kalım mücadelesidir.
Siyasi veya ideolojik kavgasını bugünkü nazik durum üzerinden sürdürmeye kalkmak, düşmanın kılıcını sallamaktır.
Bu tür satılmışlıklar, bütün sevdiklerini bırakıp Suriye’ye giden kardeşlerimize karşı en büyük nankörlüktür.
Kimse Erdoğan’ı desteklemek zorunda değildir. Ama bu ulusal mücadelede devletin yanında olmak her Türk vatandaşının görevidir.
Sizi temin ederim; bugün Türkiye’yi, millet için tek hayır soluk soluduğuna inanmadığım Kılıçdaroğlu yönetiyor olsa (Allah muhafaza) yine aynı şeyi söylerdim.
Bu harekata her alanda samimi destek vermek, her şeyden önce muhterem şehitlerimize ve onların mahzun sevdiklerine karşı sorumluluğumuzdur.
Kimse “Ben ne yapabilirim ki” demesin.
Bütün dünya karşımıza dikilse de bizim için asıl tehdit, milli bütünlüğümüzde oluşacak zaafıdır.
Bu harekatı doğru anlamak, yalan ve iftiralara inanmamak, Zeytin Dalı’na en büyük katkıdır.
Zira, “PYD’yi dost, ÖSO’yu terörist” gösterenleri bırakın, Türkiye’nin sadece terör örgütleri ile mücadele ettiğini zannedenler bile yanılıyor.
“Yerli gözlük”le bakanlar, PYD/PKK’nın arkasındaki “yedi düvel”i görüyor.