Hangi millet, hangi devlet?

'Ulusçuluk nedir’ dendiðinde üzerinde uzlaþýlabilen tek gerçek onun modern bir kavram oluþudur. Bu anlamda uzmanlar ulusçuluk kavramýnýn en eski kullanýmýný 18. yüzyýlýn sonlarýna, Alman filozof Johann G. Herder’e tarihleyebilmektedirler. Buna raðmen ulusçuluk kavramýnýn 19. yüzyýlýn ilk dönemlerinde dahi çok az kullanýldýðý, Ýngilizce’de ‘nationalism’ teriminin ilk olarak 1836 gibi oldukça geç bir tarihte kullanýldýðýný görüyoruz.

Ulusçuluk, týpký komünizm gibi kapsamlý bir ideoloji haline 19. yüzyýlýn ikinci yarýsýnda gelebilmiþtir. Baþka bir deyiþle karþýmýzda insanlýðýn ilk günlerinden beri var olan, kadim bir kavram yoktur. Ýnsanlýk hiçbir dönemde 19. ve 20. Yüzyýlda olduðu kadar etnik ve ýrksal farklar üzerine devletler kurup, ardýndan da bu farklara tapýnmamýþlardýr.

Üretilmiþ kutsal

Ulusçuluk yeni olduðu kadar yapay, ayni üretilmiþ de bir kavramdýr. Kavram modernleþmenin ve Sanayi Devrimi’nin bir anlamda ruhudur. Baþka bir deyiþle ulusçuluk Sanayi Devrimi’nin önemli icatlarýndan biridir. Kitleleri belli bir hedefe yoðunlaþtýrmak, birlikte hareket edebilmelerini saðlamak için kutsal ulus ve onun kutsal devleti kavramlarý icat edilmiþtir. Bu açýdan baktýðýnýzda ulus ve ulusçuluk, efsaneler üretilerek zihinlerde inþa edilmiþtir. Bundan dolayýdýr ki siyaset bilimciler her milliyetçiliðin çok sayýda yalandan oluþtuðunda mutabýktýrlar. Ayný þekilde, eðer siyasi mühendislik olarak etnik gruplar veya bir millet, ulus seviyesine çekilebiliyorsa inþa edilmiþ bir ulus ve ulus-devlet de pekâlâ yeniden parçalara ayrýlabilir.

Hangi ulusçuluk?

Ulusçuluk tecrübelerine bakýldýðýnda tek bir ulusçuluðun olmadýðýný görürüz. Örneðin Alman ekolünde ýrka vurgu daha fazladýr. Bugün dahi Almanya için üzerinde yaþanýlan topraktan çok, damardaki kan önemlidir. Nitekim Soðuk Savaþ sonrasýnda eski Sovyet coðrafyasýndaki pek çok Alman bu sayede doðrudan Alman vatandaþlýðýna alýnmýþlardýr.

Fransýz örneðinde ise belli bir topraðýn (Fransa) Fransýzlaþtýrýlmasý vardýr. Kemalist Türkiye’nin de örnek aldýðý bu anlayýþa göre o topraklardaki tüm etnik ve linguistik gruplar tek tipleþtirilir, bir üst kimlik içinde eritilir.

Fransýz Devrimi (1789) ile ayný döneme denk gelen Amerikan Devrimi ise ulus olma konusunda bambaþka bir deneyim geliþtirmiþtir. Toprak-temelli bu anlayýþta kan ortaklýðýndan ziyade ayný topraklarda doðmuþ olmaya ve yaþamaya kutsallýk atfedilmiþtir. ‘Vaat edilmiþ topraklar’ anlayýþý ile Amerika’da doðanlar ayný ulustan sayýlmýþlardýr. Bu nedenledir ki anne babasý ABD vatandaþý olmasa bile ABD’de doðan bebeklere Amerika vatandaþlýðý verilmektedir. Ülkemizden de pek çok insan çocuklarý ABD vatandaþý olabilsin diye hamileliklerinin son evresinde ABD’ye girmeye ve doðumlarýný orada gerçekleþtirmeye çalýþmaktadýrlar.

Örnekleri çoðaltmamýz mümkün. Buradan çýkan sonuç ise ulusçuluðun her devletin kendi deneyimlerinin ürünü olduðudur. Yani karþýmýzda reddedemeyeceðimiz toplumsal bir yasa bulunmamaktadýr. Bu durumda Türkiye’nin, Allah kelamýymýþ gibi Fransýz örneðini birebir almasý ve topraklarý üzerindeki tüm insanlarý zorla tektipleþtirmesi, üstelik bunu en az 150 yýllýk bir gecikmeyle yapmaya çalýþmasý yanlýþ olduðu kadar tehlikelidir de.

Son olarak, Türkiye deneyimlerinden damýttýðý, bu medeniyete has, ayný zamanda evrensel gerçeklerle uyumlu bir devlet ve millet anlayýþýný mutlaka geliþtirecektir.

Not: Bu konuda oldukça yararlý bir giriþ kitabý olarak bkz.: Anthony D. Smith, Nationalism, (Cambridge: Polity, 2010).