Hani Gezi bu değildi?

Star’ın dünkü manşeti Gezi’nin hep reddedilen, hiç kondurulmayan bir yüzüne ışık tutuyordu. Yargı muhabiri arkadaşımız Kemal Gümüş’ün imzasıyla çıkan haber, İstanbul Başsavcılığı’nın Dolmabahçe’deki Başbakanlık Ofisi’ni hedef alan Gezi olayları hakkında düzenlediği iddianameye dayanıyordu. Buna göre Savcı, müebbet istediği 35 kişinin “hükümeti yıkmaya teşebbüs ettiğini, Başbakanlık ofisini ele geçirmeye çalıştığını ve Çarşı’nın lideri konumundaki bir kişinin emekleri karşılığında 24 bin lira para aldığını” iddia ediyordu. Bunlar şimdilik iddia. Davanın safhalarını hep birlikte göreceğiz ama olaylar daha cereyan ederken aşikâr olanı ve başlıktaki soruyu hatırlatmak da hakkımız.

Geçen yıl Mayıs sonunda başlayıp Haziran ortasına dek süren sokak kalkışması için belki de en çok kurulan cümleydi “ama Gezi bu değil!” cümlesi.

Gezi olaylarını sadece kendi yakın çevresinin tecrübesiyle sınırlı gören veya komün hayatı romantizmine kapılan bazıları için bu cümle bir yadsımanın hatta serzenişin ifadesi iken bazıları için Gezi’den meşruiyet devşirmenin, gösterici terörünü perdelemenin kalkanıydı.

Evet, polisin özellikle ilk günlerde anlamsız ve ölçüsüz şiddet kullandığı doğrudur. Bunu eleştirelim ama bakın kaldırım taşları sökülüyor, yüzlerce kamu binası, işyeri tahrip ediliyor, belediye otobüsleri, polis arabaları hatta ambulanslar yakılıyor, buna da tavır koymak gerekmez mi dendiğinde, cevap belliydi: “Ama Gezi bu değil!”.

İçişleri Bakanlığı verilerine göre iki buçuk milyon insan çıktı sokağa, ama bakın beli silahlılar var, DHKP-C gibi terör örgütleri fink atıyor, Çarşı Başbakanlık ofisini basmaya kalkıyor, bunlara niye kefil oluyorsunuz, diye sorulunca verilen cevap: “Ama Gezi bu değil!”

Tamam, insanlar evlerinden tek tek çıktılar, kimisi için çevre duyarlılığı, kimisi için Erdoğan nefreti, kimisi için CHP depresyonu. Ama bakın iş demokratik hak kullanımını çoktan aştı, başkalaştı. Kadıköy’den çıkan binlerce insan köprü geçmeye, vızır vızır işleyen otoyolları kapatmaya kalkıyor, ille de Taksim diye tutturuyor. Akıl değil öfke devrede. Kitle psikolojisi işliyor; psikolojiler olaylar birilerince belli bir amaç için, meşru iktidarı alaşağı etmek için kullanılıyor; durun ve bunları görün, dendiğinde de aynı cevap: “Ama Gezi bu değil!”.

Neticede, toplumun o iki buçuk milyon dışında kalan çok büyük bir kesimi sağduyusunu korudu. İnsanların hastaları, çocukları var, evlerinde huzur içinde uyumak haklarıdır demeyip gece yarılarına kadar saygısızca süren kornalı, tencere tavalı eylemlere, başörtülü kadınlara yönelik tacizlere bile la havle çekerek sabretti insanlar.

Lakin canlar yandı, evlatlar kaybedildi. Devri geçmiş devrimciler, Y kuşağının arkasına saklandı, utanmadan ölü çocuk bedenlerinden medet umdu.

Neticede çok kötü oldu, yasta bile taraf tutuldu.

Günün sonunda ise toplumun feraseti, Hükümetin kararlılığı sayesinde sivil kitlelerin kullanıldığı sofistike bir darbe girişimi daha atlatıldı, ortak geleceğimiz kurtarıldı.

Ya bastırılamasaydı olaylar, kitleler evlerine dönmesiydi?

Gezi’den sadece bir ay sonra oldu Mısır’da askeri darbe. Hani benim oyum nerede, diye soran binlerce sivil sniper’larla tarandı Kahire meydanlarında. Ukrayna’da protestolarla başlayan sürecin sonunda Kırım ülkeden koptu. Irak’ta parçalanmaya giden süreç hızlandı. Suriye’de insanlığa dair umutlar dahi tükendi. İsrail yine çocukları katletti Gazze’de, IŞİD terörü devletleşti.

Tüm bu olayların geçen yıl İstanbul’da bir parkta başlayan olaylardan bağımsız olduğunu düşünen ve hala “ama Gezi bu değil” diyen var mı acaba?  

SÖYLEMEZSEM ÇATLARIM

Soma’nın şokunu atlatamadan 10 kardeşimizi daha kaybettik korkunç bir asansör kazasında. İş kazalarında birer birer kaybettiğimiz canlara verilmeyen tepkinin toplu ölümlerde veriliyor olmasını ne vicdan kaldırıyor ne deva oluyor derde. Acil önlem almalıyız oysa; aklımızı başımıza almalıyız. İş Güvenliği Yasası’ndaki boşlukları ve uygulamadaki sıkıntıları hızla gidermeliyiz. Yoksa kaza denmez bunlara!