Hanımefendi hayatında hiç ağlamamış!

Bayan Sevil Atasoy, dün İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde tanık olarak ifade verdi ve “bir şeyler” anlattı.

Ne anlattığının önemi yok.

Ne anlatırsa anlatsın, beni kesmedi, kesmeyecekti.

Bundan bir süre önce, “hanımefendi”yle ilgili bir yazı yazmış ve duygularımı aktarmıştım. Bu yazıyı, self-plagiarism, yani “kendimden aşırma” yaparak, yeniden dikkatinize sunuyorum.

Bakalım, niçin beni kesmediğini söktürebilecek misiniz?

Buyrun:

Bakın, bayan Kay Scarpetta ne buyurmuş? “Münevver Karabulut cinayeti vahşet değildir...”

 

Bu hanımefendi, kendisini aldatan kocasını “öldürebileceğini” söylüyor.

Hayatında hiç “aşk acısı” çekmemiş.

Kimseye bağlanmamış.

Kimsenin arkasından gözyaşı dökmemiş.

İhtimal ki, bunların “süfli duygular” olduğunu düşünüyor... Zayıflık, iradesizlik, kendini bilmezlik...

Peki, birilerine dert yanmak... Başını, birilerinin omzuna koymak... Birilerinden yardım istemek... Avunma ihtiyacı hissetmek... Belki ağlamak...

Hayır, bunların hiçbirini yapmamış.

Bunların her biri “zaaf işareti” hanımefendiye göre...  

 

Kimse olmadan da yaşayabilirmiş. Örneğin, otomobil lastiği de değiştirirmiş, elektrik arızalarını da tamir edermiş. Bir başkasına ihtiyaç duymaksızın hayatını pekâlâ idame ettirebilirmiş.

İçinde var olduğu “katı Alman disiplini” ve aldığı eğitim ona bunları öğretmiş. Daha doğrusu, onu “bu hale” getirmiş.

Halinden de memnunmuş.

Hanımefendiyle yapılan röportajı okuduğumda şöyle düşündüğümü hatırlıyorum: “Korkunç bir kadın bu.”

 

Bu hanımefendi, “amiral gemisi”adı verilen bir gazetede yazılar yazdı. Bizi esrarengiz olayların karanlık dehlizlerinde dolaştırdı... Uyuşturucu bağımlılığını, suç örgütlerini, eşcinsel cinayetlerini filan anlattı.

Bir Cornwell imitasyonu.

Peki, edebiyat sever miymiş Kay Scarpetta?

Sevmezmiş... “Vakti de olmazmış böyle şeylerle uğraşmaya...” Muhtemelen burada da (edebiyat okurluğunda da) bir “iradesizlik”, bir “zayıflık”, bir “kendini bilmezlik”  görüyor.

Bilimsel kitaplar okurmuş...

Konusuyla ilgili araştırmaları, teknik yayınları izlermiş.

Hayatı “teknik”tarafıyla kavrayan, hiç ağlamayan, ağlayana da iyi gözle bakmayan bu hanımefendinin, darbeci generallerle “teşrik-i mesai”yaptığı ortaya çıktı.

Kendisi yakın zamana kadar Adli Tıp’ın başkanlığını yapıyordu.

Bir profesör.

Bir bilim kadını...

Denilenlere göre, hanımefendi, generallere, “Ordu Adli Tıbbı kaybetmemeli” gibilerden akıllar verirmiş, bazı korkunç raporlara imza atarmış.

Bu raporlardan birinin, Mısır Çarşısı’ndaki patlamayla ilgili olduğunu biliyoruz.

Pınar Selek adlı genç bir “aktivist”, hanımefendinin başında bulunduğu Adli Tıp’ın “Mısır Çarşı’sında patlayan şey bombadır” raporuyla yıllarca hapis yattı.

Daha sonra, Mısır Çarşısı’nda patlayan “şey”in bomba olmadığı ortaya çıktı.

Bilirkişi raporları da bu “şey”in bomba olmadığını doğruladı.

Peki, hanımefendi ne yaptı?

Hiç.

Televizyonlarda “Korkunç cinayetler nasıl aydınlatılır, katil nasıl bulunur?” sorularını cevaplamaya devam etti.

Benim peşinde olduğum soru şu:

Bu hanımefendiyi “büyük gazete”ye Ergenekoncular mı yerleştirdi ve kaç yıldır “sistematik sulandırma çalışmaları” yapan gazete “darbe”nin neresinde?