Hasan Cemal ve ahlak

Kendisini tanırım... Bir dönem (kısa bir dönem) ahbaplık yaptık. Dost meclislerinde buluştuk. Şakalaştık. Yarenlik ettik. Telefonda hal hatır sorduk. Mesajlaştık. Filan...

Hasan Cemal, “nadim” kimliğiyle ortaya çıktığı ve eskisiyle arasına mesafe koyduğunu söylediği için “oluşuverdi” bu yakınlaşma... Elbette dünyalarımız farklıydı. Bizi bir vasatta buluşturan, yaşam biçimi ortaklığı ya da benzerliği değil, “değerler”di...

Bazı değerler konusunda hoyrat bir tutum aldığını, yakın zamana kadar bu değerler “yokmuş gibi” davrandığını Hasan Cemal’in kendisi de mütemadiyen tekrarlayıp dururdu. Ve sık sık özeleştiri yaptığını söylerdi... Bunun görülmesini, anlaşılmasını ve değerlendirilmesini isterdi. “Kimse Kızmasın, Kendimi Yazdım” kitabıyla bir “masuniyet alanı” oluşturduğunu ve artık her türlü sözü söylemeye hak kazandığını düşünürdü. Galiba anlayış da beklerdi... “Sarsmayın artık” demeye getirirdi, “Kurcalamayın eskileri. Olan oldu...” 

Biz de anlayış gösterirdik, pek kurcalamazdık, işlediği cürümleri hatırlatmazdık.

Evet, böyle bir kitap yazdı, itiraflarını sıraladı ve dokunulmazlık kazandı.

Bilirdik ve teslim ederdik ki, Hasan Cemal bazı tutumlarıyla yüzleşmek istemiyor. Utanıyor... Eski cürümlerinin hatırlatılmasına da fena halde içerliyor.

Berbat, çok berbat bir “gazetecilik” yapmıştı çünkü 28 Şubat sürecinde. Bir tür “Alo Hasan” vakası olarak ortaya çıkmıştı ve bunu olması gereken bir “pozisyon” olarak yutturmuştu...

Kendisini arayan ve bazı uyarılarda (telkinlerde) bulunan üst düzey generale atıf yaptığı yazılarını hatırlayalım. Yazıya, hep, “Üst düzey bir general beni aradı, dedi ki...” cümlesiyle başlardı ve kendisine denilenleri aktarırdı. Siyasetçileri korkuturdu yani... “Siyasetçi korkutma” geleneğini yaşatan müstesna isimlerden biriydi ve “Sonu Menderes gibi olacak” cümlesinin sahibi Oktay Ekşi’yle yarışırdı. Hatta, zaman zaman onu geçerdi.

Gazetecilik böyle bir şeydi...

Bu ülkede gazetecilik böyle yapılıyordu.

Hasan Cemal de, “gazeteciliğini”, artık meslekte görmek istemediğimiz bir tutumla (siyasetçi korkutma alışkanlığıyla) taçlandırıyordu.

Nadim kimliğiyle ortaya çıktı ama bu “alışkanlıktan” kurtulamadı. Sezonu, bu kez, Erdoğan için açtı: “Böyle devam ederse, sonu Menderes gibi olur.”

Ne diyordu “boşboğaz” gazeteci? Hani, Ulus gazetesindeki mesaisini “Menderes’i devirmek” gibi kutsal bir misyonla çerçeveleyen militan refikimiz... Yıllar sonra, Menderes’in mirasçı olmakla övünen Demirel’in basın danışmanlığını yapacaktır ve hiç utanmayacaktır...

Şöyle diyordu: “AdnanMenderes’in gem vurulmaz hırsına, tarihe ‘ülkeyi bir baştan öteki başa imar etmiş Başbakan’ olarak geçmeyi öngören ihtirasına artık bir yerde ‘dur’ demenin ya da bu gidişi frenlemenin gerekirliğinde çok kişi birleşiyordu. Basına iş çıkmıştı.”

Bu alıntıdaki “basına iş çıkmıştı” ifadesine hususen dikkat kesilmenizi rica ediyorum.

Bugün, benzeri şeyleri Hasan Cemal söylüyor.

Erdoğan’ı devirecek iradenin “basın” olduğunu tekrarlayıp duruyor. Ergenekon ve Balyoz’la olmadı. Kapatma davasından da bir şey çıkmadı. Paralel darbe girişimi de sonuç verecek gibi görünmüyor... Erdoğan’ı devirecek yegâne güç, o halde, basındır... Bunu da açık açık söylüyor: “Medya yöneticilerinin ve gazetecilerin sesi yükselirse, bu iş olur...”

Hasan Cemal’in “iş” bellediği hususu şimdilik bir kenara bırakalım...

Başlıkta, Hasan Cemal’le “ahlak” sözcüğü yan yana duruyor...

Hayır, iyi bir ikili oluşturdukları için değil.

Bilakis, kötü bir ikili oluşturdukları için.

Mesleğin duayen ismi Hasan Cemal, hiçbir ahlak, hiçbir ilke, hiçbir mesleki kural gözetmeden, meslektaşlarının yasa dışı yollarla elde edilmiş konuşmalarını veri kabul edip, bunun üzerine yazılar yazan bir tuhaf adama dönüştü.

Darbeciliğini ve İttihatçılığını unutturmak için “Kimse Kızmasın” diye bir kitap yazmıştı.

Bu utancı nasıl temizleyecek, çok merak ediyorum.

HAMİŞ: Karaalioğlu’na ait olduğu söylenen yasa dışı kayıtlar, bir tek Hasan Cemal’in sütununda çıktı... Birçok alanda (“darbecilik”, vs...) öncülük yapmış duayen gazeteci, “ahlak dışılıkta da öncü benim” diyor.