Haşim Kılıç'a yakıştıramadım!

Haşim Kılıç, evet demokrat bir yargı üyesi... İdeolojik önyargılarla hareket etmedi, etmiyor... Kapatma davalarındaki tutumu takdire şayan... Öncekileri düşündüğümüzde örnek bir Anayasa Mahkemesi Başkanı... İyi hukukçu... Pozitif insan... Twitter kararıyla biraz can sıktı ama son tahlilde kabul edilebilir bir yargı üyesi...
Fakat buradaki sorun, Haşim Kılıç’ın başkanlığını yaptığı mahkemenin, “yasakları kaldırıyoruz, özgürlüklerin önünü açıyoruz” görüntüsü altında, bir Amerikan şirketinin “hukuk işleri dairesi” gibi çalışması ve buna uygun kararlar üretmesi değil...
Bu da kendi mantığı içinde “sorun”dur elbette.
Mahkeme, mahut şirketin paylaşım sitesine ulaşamamayı hak ihlali sayıyorsa, o paylaşım sitesinin mağduru olmuş insanlar için de aynı değerlendirmeyi (“hak ihlali” değerlendirmesini) yapmalı, en azından kişilik haklarını koruyacak kararlar üretmelidir.
Sorun şu:
Bu ülkede yargı, hiçbir zaman, “eşitlik” ve “karşılıklı sorumluluk” hiyerarşisine uymadı... “Yargı” diye geniş bir çerçeve çiziyorum ama sadece Anayasa Mahkemesi örneğinde bile bu hiyerarşinin nasıl zedelendiğine/bozulduğuna ilişkin yüzlerce örnek sıralanabilir. (Parti kapatma dalarından Tedbirler Yasası’na, 367 garabetinden anayasa değişikliğinin “esastan” görüşülmesine... Yüzlerce örnek!)
En üst denetleme organı olarak yargı, kendinden menkul bir güç olarak hayatiyetini sürdürdü. Denetlenebilir bir alanda bulunmadığı ve denetlenemez olmayı “yargı bağımsızlığıyla” gerekçelendirdiği için, kendiliğinden kuvvetler hiyerarşisinin en tepesine çörekleniverdi.
Kimi zaman da, “paylaşılabilir” olan egemenliği tek başına kullandı.
Erkler, bağımsızdır ama birbirlerine karşı sorumsuz değildir...
Nasıl ki yasama ve yürütme, yargı tarafından denetlenebilir olmanın sorumluluğuyla hareket ediyor, etmelidir... Yargının da bu sorumluluğu paylaşması gerekiyor.
Bunu sağlayacak (yani yargıyı sorumluluğa icbar edecek) tedbir şudur: Yargı alanının (teknik olarak) yasama ve yürütme tarafından kurulması...
Son HSYK değişikliği buna örnekti ama Anayasa Mahkemesi’nin katı defansıyla karşılaştı.
Haşim Kılıç’ın kuruluş yıldönümünde yaptığı konuşmaya gelince...
Hiç beğenmedim.
Daha doğrusu, siyaset kurumuna yönelik temelsiz/haksız celadeti kendisine yakıştıramadım.
Haşim Kılıç, yasama ve yürütmeye direnen tipik bir jüristokrat gibi hareket ediyor.
Bir “masuniyet”le çerçevelendiğini düşünüyor.
Daha da kötüsü, kendisini “siyaseti tedip”le görevli sanıyor.
Hukuk devletinde “iktidarın keyfi davranışları” sınırlandırılmalıdır, yönetenler hukuksal değerlerle kuşatılmalıdırlar da, biricik görevi “hukuku temin” etmek olan yargının keyfi, haksız, ideolojik davranışları sınırlandırılmamalı mıdır?
Mütemadiyen “hukuk devleti”nin altını çizen, özgürlüklere ve kişilik hakların atıf yapan Haşim Kılıç’ın, son HSYK düzenlemesini niçin iptal ettiklerini, Twitter kararındaki “hak ihlali” gerekçesini izah etmesi gerekiyor...
HAMİŞ:
Namık Çınar, kendisi hakkındaki yazıyı “talimatla” yazdığımı söylüyor ama talimat aldığım odağı (ya da kişiyi) gizliyor. Bir sürü de hakaret sıralıyor tabii...
Ettiği hakaretleri aynen iade ediyorum. (Fazlası gelmez elimden; şimdilik bununla idare etsin.)
Bir konuda isabet kaydetmiş: Evet, övdüm kendisini... “İnce edebiyat konusunda ustası Ahmet Altan’dan daha başarılı bulduğumu” yazdım.
Herhangi bir nitelemede bulunmamıştım ama merak ediyorsa söyleyeyim: “Sevda Tepesi”nin öyküsünü anlattığı yazısı, evet, dibine kadar “ırkçı” bir yazıydı. Taraf gazetesi ve yazarları artık bizi şaşırtmadığı için bunu hatırlatmayı gereksiz bulmuştum. Yani, celadeti aklından önde giden Namık Çınar için “Vaaay, ırkçıya bak!” diyecek halim yoktu. Malzeme ortada...