“Hay bin kunduz...” Ya da artık ne demekse...

İki taraftan da olmayalım” diyor arkadaş... Neymiş ‘iki taraf’? Bir taraf, ‘İnşallah bu olaydan hükümeti düşürecek durum çıkar’ der ve bu amaçla ‘Erdoğan nefreti artsın diye uğraşır’, bunun için ‘ölü sayısını artırmaya çalışır’ ve ‘bu büyük trajediyi bir türlü elde edemediği siyasi başarı için fırsat olarak görürken’; diğer taraf ‘İnşallah bu işçi ölümleri biricik hükümetimize zeval vermez’ düşüncesiyle ‘işçi ölümlerine rağmen Erdoğan sevgisi azalmasın’ endişesiyle ‘ölü sayısını azaltmaya çalışır’ ve ‘bu büyük trajedinin partilerinin oylarını milim etkilememesi için çırpınır’ imiş... 

Arkadaşın “İki taraftan da olmayalım” dediği tablo bu...

Çizgi roman kahramanı Tom Miks’in ayyaş doktoru ağzıyla, “Hay bin kunduz” nârâları atan arkadaş bu...

Kunduz bile, taraflardan birinin sağlıklı, ötekinin ise tedaviye muhtaç bir hasta olduğunu anlar oysa...

‘Erdoğan nefreti’ bir defa hastalıklı bir hal... ‘Ölü sayısını artırma’ çabası ve ‘fırsatçılık’ güdüsüyle gerçekleri çarpıtmak da öyle...

Öteki tarafın ‘Aman hükümetime bir şey olmasın’‘Aman Erdoğan gözden düşmesin’‘Aman partimin oyları bundan olumsuz etkilenmesin’ diye düşünmesi ve ‘hayatını kaybetmiş işçilerin sayısını azaltmaya’ çalışması ise tamamen sağlıklı bir siyasi tepki...

Ne diyeyim bu doğru teşhise, “Allah akıl, fikir ve iz’anını artırsın” duasından başka...

Sorun burada işte: Bugün Türkiye’de düşünce ve davranışları her bakımdan tıbbi müdahaleye davet eder duruma gelmiş bir grup var. Ülkede meydana gelen olumlu-olumsuz her olayı, tamamen zihni bozuklukları istikametinde araçsallaştırıyor ve derhal manipülasyon girişiminde bulunuyorlar.

Trafiğin akışını kolaylaştıracak yol yapımı gibi basitinden 2020’ler İstanbul’u için elzem üçüncü havalimanı gibi büyük projelere kadar olumlu olaylar kadar, Taksim’deki Gezi Parkı’nda çevre güzelliğini tehdit edebilecek ağaç kesimi gibi basitinden Soma’daki maden kazasına kadar olumsuz olaylar da, onlarda, ‘Erdoğan nefreti’ patolojisini azdıran birer tetiklenme meydana getiriyor.

O kesim tetiklendi mi, ardından nasıl gelişmeler yaşandığını yaşayarak öğrendik...

Uygar ülkelerde, hiçbir kesiminin hastalık emaresi göstermediği toplumlarda, insanların sağlıklı tepkileri farklı oluyor. Olumlu-olumsuz olayların, çevre hassasiyeti sebebiyle mi, ekonomik gereksizlik düşüncesiyle mi, açgözlülük yüzünden mi meydana geldiği teşhisi eşliğinde verilen tepkiler, yalnızca gelişmeleri etkilemekle sınırlı tutuluyor o ülkelerde...

Amaç yanlışı düzeltmek olduğunda, tepkiler de genellikle başarıya ulaşıyor...

Dahası, yanlışı yapanlardan —ama gerçekten yanlışın onlar yüzünden olduğuna inanılan kişilerden— hesap da sorulabiliyor uygar ve hiçbir kesiminin hastalık emaresi göstermediği toplumlarda...

“Başbakan istifa”“Hükümet istifa” nidaları yükselmiyor mu uygar ülkelerde, yükseliyor elbette; ancak “Fiyakam bozulursa bozulsun” veya “Partimin oyları bundan olumsuz etkilenirse etkilensin” diye düşünecek ve umursamaz bir görüntü verecek kadar gerçekten duyarsız hükümetler ve siyasiler bulunan ülkelerde...

Hastalığın teşhisi yolunda bir adım sayıyorum bu tespiti...

Zihinsel rahatsızlıklarda ilk adım da önemlidir, ama esas zorluk ikinci adımdadır: Hastanın hasta olduğunu kabul ve itiraf etmesinde...