Hayatýn þifresi

Sizlere 1971 yýlýnda yapýlan bir deneyden bahsetmek istiyorum. Çevresel etmenlerin, bize biçilen rollerin, bizi ne kadar etkilediðini anlamamýza yardýmcý olacaktýr diye düþünüyorum.

Stanford hapishane deneyi, mahkûm veya gardiyan olmanýn psikolojik etkileriyle ilgili bir incelemeydi. Deney Stanford Üniversitesi’nde psikolog olan Philip Zimbardo liderliðindeki bir grup araþtýrmacý tarafýndan yapýldý. 24 üniversite öðrencisi gardiyan ya da mahkûm rollerini oynamak üzere seçildiler. Seçilen öðrenciler Stanford psikoloji binasýnýn bodrum katýndaki sahte hapishaneye yerleþtirildiler.

Mahkûmlar ve gardiyanlar (yani öðrenciler) çok çabuk bir þekilde rollerine adapte oldular. Deney öngörülen sýnýrlarýn dýþýna çýkýp tehlikeli ve psikolojik olarak hasar veren bir duruma geldi. Birçok mahkûm duygusal olarak travma geçirirken, gardiyanlarýn üçte biri “gerçek” sadistik eðilim sergilemekten yargýlandý. Mahkûmlarýn ikisi daha deneyin baþýnda çýkarýlmak zorunda kalýndý. Kendisi dâhil herkesin rolüne iyice kaptýrdýðýndan emin olduktan sonra Zimbardo altýncý günün sonunda deneyi bitirdi. Yapýlan bu deneyde de gördüðümüz gibi kendi hayatlarýnda, çok baþarýlý ve düzgün hayatlarý olan öðrenciler baþka bir hayata adapte edilmeye, baþka bir yaþamý yaþamaya zorlandýklarýnda birer suç makinesi haline dönüþtüler.

Çevresel etmenlerin bizi nasýl etkilediðine dair yapýlan en iyi bilimsel çalýþmalardan biridir “Stanford hapishanesi” deneyi. Yýlardýr yolculuk yaparým. Herkes gibi bende hayat treninde yol alýyorum. Hayata dair ne varsa öðrenmeye çalýþtým. Baþkalarýnýn dediklerini dinledim. Öðüt aldým, akýl aldým. “Sence burada ne yapmam gerek” diye sordum en güvendiklerime. Söylenilenleri yapmaya çalýþtým. Bazen boþ verdim bazen vazgeçtim. Ama öðrendim ki kendini tanýmadan çýkýlan her yol baþkasýnýn yolu oluyormuþ. Diðer kiþiye sorduðum çözümler de onlarýn çözümleri.

Artýk yolculuðum sadece kendime. Kendi düþüncelerime, duygularýma... Çözümlerde, sorunlarda bana dair. Baþkalarýnýn beni þekillendirmesine izin vermiyorum. Baþkalarýnýn doðrularý ile hareket etmektense kendi yanlýþýmý yaparak kendi doðrularýmý oluþturuyorum. Kendini tanýmaktan geçiyormuþ hayatýn þifresi.

Yorulduðumuz zamanlar olmuþtur hayatýmýzda. Dipteyim dediðimiz zamanlar. Bedenin yorulunca dinleniyorsun geçiyor da, ruhunun yorgunluðunu dindiremiyorsun. Bir yerlerde okumuþtum. “Kadýn derin, adam yüzme bilmiyor” diyordu. Kadýn mý erkek mi daha derin bilmiyorum ancak en derin, en sarp, en zorlu yol kiþinin kendine giden yolmuþ.

Çoðunluðumuz bu zorlu yolculuðu göze alamýyoruz. Çocukken oynadýðýmýz körebe bantlarý gözümüze baðlý bir þekilde hayatý oyunmuþ gibi görmeye baþkalarýnýn nasihatleri, çözüm önerileri hayatýn bize verdiði rolü oynayarak hayatýmýzý yaþamaya devam ediyoruz. Parmaklýk ve duvarlarý olmayan hapishanelerde baþkalarýnýn bizden bekledikleri hayatlarý yaþayarak ölüyor, herkesleþiyoruz. “Yüzünü görmek isteyen cama, özünü görmek isteyen cana” bakar der Mevlâna.  Parmaklýklarý kaldýrdýðýmýz,  kendimizle barýþtýðýmýz,  özgür kaldýðýmýz günler umuduyla...