Biz bu filmi daha önce görmüþtük.”
Böyle diyordu bana internetten ulaþan muhafazakâr bir okuyucum. Kastý, “
Gezi Parký direniþi”nin, 28 Þubat darbesi, 27 Nisan muhtýrasý, Cumhuriyet mitingleri ve kapatma davasý silsilesine eklenen bir tür “darbe giriþimi” olduðu idi.
Bu düþüncenin þu aralar AK Parti dünyasýnda epey yaygýn olduðunun farkýndayým. Ama, bu dünyanýn bir dostu olarak kendilerine diyorum ki, hayýr, bu baþka türlü bir þey. Bunu, daha önceki anti-demokratik giriþimlerle bir tutmak (ve dolayýsýyla sadece karþýsýnda “dik durmak”) vahim bir yanýlgý olur. Ýktidara da büyük zarar verir, Türkiye’ye de.
Niçin mi?
Toplumsal realiteyi görelim
Önce þu tespitlerle baþlayalým:
Evet, protestocularýn bir kýsmý þiddete, vandalizme, iðrenç küfürlere baþvurmuþ ve böyle yapmakla da “çapulcu” sýfatýný hak etmiþtir. Bunlarý kýnayalým ve bir kenara koyalým.
Dahasý evet, sokaklara dökülenlerin bir kýsmý, “yeminli AK Parti düþmaný”dýr. Bunlar, Ak Parti’nin icraatlarýna deðil, kimliðine karþýdýr. Hükümet aðzýyla kuþ tutsa, onu yine de lanetlerler. Bunlarý da bir kenara koyalým.
Ancak, bunlarýn ötesinde daha büyük bir realite var ortada. “Aðaç sevdalýsý çevreciler” ile “marjinal vandallar” arasýnda kalan, geniþ ve renkli bir toplumsal kesim bu. Bazýlarý daha önce AK Parti’ye oy bile vermiþ, ancak bir kaç yýldýr giderek soðumuþ durumlar. (Düþünsenize, AK Parti’yi statükoya karþý cansiperane savunmuþ Genç Siviller bile var Gezi Parký’nda.)
Dahasý, bazý tanýdýk Kemalist-darbeci kadrolar da sahnede olsa bile, argümanlarý epey deðiþmiþ durumda. Eskiden “baþörtüsüyle üniversiteye giremez, Çankaya’ya çýkamazsýnýz” diyorlardý. (Ve onun için karþýlarýnda dimdik durmak gerekiyordu.) Ama þimdi “bizi aþaðýlýyor, yaþam biçimimize müdahale ediyorsunuz” diyorlar, “özgürlük” istiyorlar. (Ve onun için burada “dik durma” deðil, empati, diyalog, yumuþatma gerekiyor.)
Dünya medyasýnýn protestoculara sempatiyle yaklaþmasý, büyük ölçüde bu “özgürlük” talebi nedeniyledir. Buradan yola çýkýlarak Arap Baharý benzetmesi yapýlmasý abartýlý ve saçma olmuþtur kuþkusuz. Dahasý, Batý medyasýnýn klasik Oryantalist önyargýlarý da sýkça devreye girmiþ, seküler Türkleri dindar Türklere baþtan yeð tutan subjektif zihin kendini göstermiþtir.
Ama, ortada bir “küreselkomplo” filan da yoktur.
Komplo teorilerini býrakalým
Evet, ortada bir komplo yoktur. Olduðunda ýsrar etmek ise, Eski Türkiye’nin atgözlüklerini Yeni Türkiye’ye geçirmek olur.
Çünkü, unutmayalým, Eski Türkiye’nin ezberiydi, her toplumsal muhalefeti “dýþ mihraklara” ve içerdeki maþalarýna baðlamak. “Ýrtica”nýn menþei “Rabýta” idi mesela. Kürt sorunu, Sevr kodamanlarýnca üretilmiþti.
Son günlerde bizim muhafazakâr basýndaki bazý komplo teorileri, biraz bunlarý hatýrlatýyor. Zaten hemen çürüyüp komediye dönüþüyorlar. “Zello örgütlenmesi” hikayesinde olduðu gibi.
Taksim Platformu’nun bazý üyelerinin Üçüncü Havaalaný’na veya Üçüncü Köprü’ye karþý çýkmasý da “ülkemizi zayýflatmak isteyen dýþ güçler”e çalýþtýklarýný ispatlamaz. Temsil ettikleri anti-kalkýnmacý ideoloji, benim “solcu gericilik” dediðim þeydir ve geçmiþi 1970’lere kadar uzanýr. Kaldý ki, ayný ideolojik kampanyanýn âlâsý, söz konusu “dýþ güçler”in içinde, Greenpeace gibi sol gruplar tarafýndan yürütülmektedir. Hem de bizimkilerden çok daha hararetli bir biçimde.
Velhasýl, diyeceðim odur ki, býrakalým “iç ve dýþ mihraklar” edebiyatýný ve darbe giriþimlerine karþý sahiden gereken “tavizsiz” duruþu.
Mesele, toplumsaldýr. Soru da, bu kadar canlý ve renkli, ama bir o kadar da önyargýlý ve öfkeli bir toplumu nasýl daha da gerilmeden ve çatýþmadan yaþatabileceðimizdir.