Aðustos aylarý mas-medya için genellikle laf kýtlýðýnda asma budama mevsimidir. Ayrýca bu sâdece Türkiye’ye has bir durum da deðildir.
O bakýmdan ben þahsen þu Alman istihbârâtýnýn bizimkileri dinlemesi meselesinin böylesine dallandýrýlýp budaklandýrýlmasýna pek de hayret etmedim.
Eeee?
Yâni bilinmeyen bir konu muydu ki böyle apýþýp kalýyoruz; daha doðrusu apýþýp kalma numaralarýna yatýyoruz?
Yeryüzündeki bütün istihbârât örgütleri, kendi devletleri açýsýndan ilgi alanlarýna giren bütün ülkeleri dinler.
Bunda ise muhtelif derecelerde baþarýlý yâhut “daha az baþarýlý” olurlar.
Üstelik bu alanda “dost servis” kavramý da pek bir þey ifâde etmez.
Kaldý ki zâten yüzyýllardan bu yana bilinen bir hakýykati vaktiyle General de Gaule vecîz bir þekilde þu sözlerle dile getirmiþdir:
“Fransa’nýn dostlarý yokdur. Sâdece zemîn ve zamâna göre deðiþebilen menfaatleri vardýr. O menfaatler bâzen þu veyâ bu bir baþka devletinkilerle baðdaþabilir.”
Adam daha nasýl söylesin?
Þimdi Alman istihbârât örtgütleri Türkiye’de þu veyâ bu þekilde faaliyet gösteriyorlar da Türk istihbârât birimleri Almanya’da nâ-mevcud mu?
Denilebilir ki ama Almanya’da bilmem kaç milyon Türk var!
Var tabii ama bunlardan onda dokuzuna yakýn bölümü alt düzeyde, yâni fabrikalarda, inþaatlarda ekmek parasý peþine düþerek oralara gelmiþ yurddaþlarýmýz.
Zâten artýk Doðu Bloku, Soðuk Savaþ vs. gibi özel teyakkuz gerektiren durumlar da ortadan kalkdýðýna nazaran bu kadar istihbâratçýya ne lüzum var?
Ýlâveten eðer Türk istihbârât birimleri sýrf kendi yurddaþlarýmýzý izlemek için oralarda iseler o zaman Almanya’daki merkezlerini neden vaktiyle Türklerin çok daha yoðun olarak bulunduklarý Münih, Batý Berlin veyâ Frankfurt gibi þehirlerde deðil de o zamanki “Geçici Baþkent” Bonn’un burnunun dibinde kurdular?
Sonra da neden Berlin’e nakl-i mekân eylediler?
Bunlar “kör kör parmaðým gözüne” birtakým vâkýalar.
Ancak fazlasýyla iyi niyetli bâzý kardeþlerimiz bunu “coeur coeur parmaðým gözüne” baðlamýnda yorumlayabilirler.
Bunlar göz önüne alýnýnca bana göre esas problem þu yâhut bu “dost” servisin neden Türkiye’deki “hedefler”e yönelmiþ olmasý deðil, bizimkilerin bunu “neden” fark edip önleyememiþ olmasýdýr.
Pek kuvvetli bir ihtimâl olmamakla berâber tabii fark edip de fark etmemiþ gibi davranmýþ ve Alman “dostlarýmýzý” yanlýþ yerlere sevketmiþ de olabilirler ve eðer bu sâhiden böyle idiyse bunu ancak aradan çok yýllar geçdikden sonra ve o da belki öðrenebileceðiz.
Fakat maalesef bizim MÝT’i tahayyül ederek hayâta yansýtan þahsýn ismi John le Carré deðil.
O olsaydý mesele yokdu ama deðil iþte!
Ýmdiii...
Bu vesîleyle çýkarmamýz gereken birkaç sonuca daha iþâret ederek bugünki mülâhezât hânemi kapayýp der’akab sokaðýn köþesindeki “Mahzun Kumru” (zur Trarurigen Türkentaube) Meyhânesi’ne ineceðim. Orada arkadaþlar toplanmýþ bekliyorlardýr.
Evet, çýkarmamýz gereken sonuçlar þunlar:
- Dostluklar ancak þahýslar arasýnda olabilir.
- Büyük Türk Mütefekkiri Yaðmur Atsýz’ýn “Almanya bizi sever ama en çok biz iki seksen yerde yatarken sever” cümlesiyle baþlayýp ayný cümleyle hitâma eren ve yaklaþýk 25 sene mukaddem kaleme almýþ bulunduðu makâleyi bulup okusanýz iyi edersiniz.
- Ülkeler arasýndaki dostluklarýn imkânsýzlýðý elbet þahýslar arasýndaki dostluklarý imkânsýz kýlmaz.
Þen ve esen kalýnýz!
NOT: Bu yazý aslýnda önceki gün yayýnlanmasý için kaleme alýnmýþdý ama teknik bir problem yüzünden metni Gazete’ye ulaþtýramadým.
Öte yandan konu tek bir günle kayýdlý olmadýðýndan bugün yayýnlanmasý da fark etmez dedim.