Türkiye’de farklý etnik aidiyetler var. Kürtler var, Çerkezler var, Gürcüler var, Arnavutlar var, Boþnaklar var, Lazlar var, Yörükler vs. var... Bütün bu etnik unsurlar tarih boyunca kaynaþarak “millet” adý verilen bütünlüðü teþekkül ettirmiþler. Diðer benzerleri gibi... Mesela Ýran’da olduðu gibi, Mýsýr’da olduðu gibi...
Belirli bir coðrafya üzerinde yaþayan, ortak bir kültüre ve tarihe sahip topluluklarýn birlik iradesinin tecessüm ettiði yer millet kimliði. Milletin oluþumunda elbette siyasetin de payý var. Ne de olsa siyasi sýnýrlarýn olmadýðý bir tarih kesiti yok gibi. Çünkü dünyanýn tek bir siyasi otorite altýnda toplanmasý muhal. Ayný dine inananlarýn tamamýnýn tek bir yönetim altýnda toplanmasý da hep arzu edilmiþ, ama gerçekleþmemiþ bir hedef.
Müslümanlar arasýndaki siyasi ayrýþmalar neredeyse daha Hulefa-i Raþidin döneminden itibaren ortaya çýkmaya baþlamýþ. Hýristiyan Avrupa Roma Ýmparatorluðu’nun daðýlmasýnýn ardýndan yeni bir Hýristiyan Birliði hayalleri kurmaya baþlamýþ. Bugünkü Avrupa Birliði’ni ortaya çýkaran düþüncenin arkasýnda bu hayal de var. Ama önce mezhep farklýlýklarý, sonra laikleþme temayülü ve nihayet dünyanýn dört bir tarafýna daðýlmýþ bir nüfus tablosunda bunu gerçekleþtirmenin imkaný yok.
Yine de imparatorluklar çaðý nispeten sakin bir dönem. Çünkü yapýsý itibarýyla imparatorluklar çatýsý altýnda birleþtirdiði sayýsýz topluluklarýn ne birleþme arzularýna ket vuruyor ne de onlara ayrýlma ihtiyacý duyuruyor.
Ýmparatorluk sonrasý dönemde ortaya çýkan “ulus-devlet”lerde ise bu problemlerin her ikisi de var. Ulus-devletin ister istemez dýþarýda býraktýðý akraba topluluklarla veya daha geniþ düzlemde din kardeþleriyle bir arada olmayý isteyenlerin yapabilecekleri bir þey yok. Ayný þekilde diðer etnik kimliklerle birlikte var olmak yerine kendi etnik temelli siyasi varlýðýný oluþturmak isteyen mikro milliyetçilikler de þikâyetçi ulus devlet yapýsýndan.
Mehmet Akiflerden, Said Nursilerden, Necip Fazýllardan, Nurettin Topçulardan bugüne kadar entelektüel Ýslamcý gelenek “millet” kavramýný “birlikte rahmet, ayrýlýkta azap vardýr” anlayýþý çerçevesinde yorumlaya geldi. Bölünme yanlýsý “etnik milliyetçi” hareketlere iyi gözle bakmadý. Kendi içimizdeki birliði saðlamadan Ýslam dünyasýnýn geri kalanýyla iþbirliðine yönelmenin anlamsýzlýðýný savundu. Ama bugünkü bazý Ýslamcýlarda öyle bir kafa karýþýklýðý var ki Türkiye Cumhuriyeti’ni hem ümmetin tamamýný kapsamýyor diye benimsemiyorlar hem de farklý etnik aidiyetleri bir arada tuttuðu için kýzýyorlar.
Hayrettin Karaman bu ülkenin en önemli ve itibarlý Ýslam âlimlerinden biri. Geçenlerde Yeni Þafak’ta bu konuda yazdýðý yazýya insaf ve saygý sýnýrlarýný bir hayli aþan eleþtiri ve saldýrýlar oldu. Bunlarý þaþkýnlýkla okudum. Ýtiraz edenler sadece PKK’lýlar deðildi çünkü. Ýslamcý diye anýlan kiþiler de vardý bunlarýn aralarýnda.
Karaman Hoca þunu diyordu: “Müslümanlarýn bütün farklýlarla beraber üzerinde yaþadýðý, ecdad yadigârý, ümmetin mülkü olan bu topraklarý -yakýn tarihte olanlara ek olarak- daha fazla bölmek meþru olmadýðýna göre Müslümanlarýn bölmeye karþý tavýr almalarý gerekmez mi?
Müslümanlara düþen vazife daha fazla bölünmek, daha fazla çatýþmak yerine birleþmek, bütünleþmek, hak ve adaleti birlikte saðlamak için iþbirliði yapmak, birlik, dirlik ve düzenimizi bozarak meþru olmayan menfaat devþirme peþinde olanlara fýrsat vermemektir. Mevcut düzen bu davranýþa engel deðildir.”
Aklý baþýnda her Müslüman’ýn altýna imza atacaðý bu yazýya karþý yöneltilen itirazlar özetle “Karaman Hoca ulus-devleti savunuyor. Oysa ulus devlet ümmetin bütününü kucaklamýyor” þeklindeydi. Ulus devletin tarihsel-sosyolojik bir aþama olduðunu düþünmeksizin ve tabii ulus (millet) kavramýnýn tanýmýndaki -Kemalist dönemin uygulamalarýndan kaynaklanan- problemleri çözmeyi hedeflemek yerine slogan atmayý tercih eden bu arkadaþlara þunu sormak lazým: “Ulus-devlet” ümmet anlayýþýna dar geliyorsa, “etnik devlet” ferah mý gelecek?
NOT: Hoca’nýn “federalizm dahil her þey konuþulabilir” diyenlere yönelik eleþtirisine itiraz edenleri ayýrýyorum. O ayrý bir konu.