HDP nasıl kurtulur?

HDP’nin barajı aşmasını “felaket” olarak değerlendirmedim. Bu düşüncemi köşemde yazdım. Birkaç televizyon programında dile getirdim. 

Değil mi ki bir “temsil”den geliyor, bu “temsil”in hakkını verse de vermese de, HDP’nin meşru siyasete yönelmesi son tahlilde olumlu bir gelişmeydi.

7 Haziran seçiminden önce böyle düşünüyordum.

Hâlâ böyle düşünüyorum.

Üstelik bu partinin EŞ Başkanı sıfatını taşıyan kişi, sazıyla sözüyle katıldığı televizyon programlarında “Türkiye partisi olacaklarını, halkların kardeşliğini savunacaklarını, çözüm sürecinin başarıya ulaşması için gayret göstereceklerini” söylüyordu.

Bunları da kuşkuyla karşıladım ama asla bir “felaket” tablosu çizmedim.

Sonuç, “HDP’nin barajı aşması çözüm sürecini bitirir” görüşünü haklı çıkarmasına rağmen, bu partiye yönelik iyi niyetimi korudum. Hâlâ koruyorum.

Evet, HDP asla bir “Türkiye partisi” değildi. Olamazdı.

Biliyorduk...

Batı’da “halkların kardeşliği, demokrasi, barış “ mottosunu öne çıkardı, Doğu’da kimlik siyasetinin en süfli örneklerini verdi ve seçmeni “Oyunuz bu defa Kürtlerin partisine” sloganıyla motive etti...

Biliyorduk...

Barajı aşabilmek için, PKK’nın silahlarını “baskı unsuru” olarak kullandı.

Biliyorduk...

Biricik derdi ve amacı çözüm sürecini bitirmekti. “Silah bırakma kongresini” erteletmek için bin dereden su getirdi, hasbelkader ortaya çıkmış mutabakatı itibarsızlaştırmak için elinden gelen her melaneti sergiledi. (Bkz. “Dolmabahçe mutabakatı” olarak bilinen metne “her düzeyden” gösterdikleri tepki.)

Biliyorduk...

HDP başka bir gündemin partisiydi... “Özyönetime” kapı aralayacak anayasa değişikliğine sahip çıkması gerekirken, bu anayasayı ötelemenin ve imkânsızlaştırmanın yollarını aradı ve buldu...

Biliyorduk...

HDP, Kürt haklarının takipçisi olmayı reddetti, “ittifakların partisi” oldu. (“Kaos” ve “siyasetin kaybı” olarak dönecek CHP-MHP-Paralel devlet ittifakının bir parçası olmayı tercih etti.)

Biliyorduk...

Üstelik HDP iyi niyetten ve ciddiyetten yoksun bir “seçim kampanyası” yürüttü. Kürt halkının durumunu iyileştiren ve bu konuda ciddi demokratik adımlar atmış AK Parti hükümetine karşı, inkâr ve asimilasyon politikalarını savunan odaklarla iş tuttu. Mesela, biz Selahattin Demirtaş’ı, “âdem-i merkeziyet”e imkân tanıyan anayasa programının yanında vaziyet almasını beklerdik... O gitti, inkâr ve asimilasyon politikalarının ana karargâhı işlevi gören bir medya kuruluşuna, “Türkiye Türklerindir” bayrağı altına kuruldu, Türk solundan ödünç aldığı kavramlarla ucuz getto siyaseti yaptı.

Bunu da biliyorduk...

Fakat PKK bir dönemi kapattı... Orhan Miroğlu’nun da söylediği gibi, “Demirtaş’ın sazını kırdı. Sesini kıstı. HDP’ye duyulan güveni ciddi manada sarstı. HDP’ye oy veren insanlara ve Kürtlerin önemli bir kesimine hayal kırıklığı yaşattı.”

İşte ben tam da burada, bu “hayal kırıklığı”nın bir imkân oluşturacağını, HDP’yi meşru siyasete zorlayacağını (yönelteceğini) düşünüyorum.

Daha doğrusu, bunu temenni ediyorum.

HDP, PKK’ya silah bıraktıracak ve kalıcı barışı zorlayacak sivil bir baskı grubuna dönüşürse, bundan hem kendisi, hem siyaset kurumu, hem de Kürt halkı kârlı çıkar.

Terörü destekleyen ve şiddete mazeret üreten HDP’nin siyasette bir geleceği yok.

Bir seçim yapmak zorundalar.