"Diyarbakır yanıyor” diyordu önceki gün çığlık çığlığa Mehmet Emin Ekmen. PKK Sur’daki 500 yıllık Osmanlı yapımı Kurşunlu / Fatih Paşa Camii’ni ateşe verdiğinde.
Diyarbakır’ın canını yakan her şeyde kendi canı da yananlar, camilere namert eli değdiğinde dayanamayanlar, PKK Kürtlerin canı ve malından sonra kutsallarına, hafızalarına, ortak hatıralarına da saldırdığında ayağa kalkanlar teyakkuz halinde haftalardır.
Tahir Elçi de onlardan biriydi. Taştan bir minarenin ayağına kurşun değdi diye üzülen Elçi’yi hendeklerin barikatların keskin nişancı PKK’lıların cirit attığı Dört Ayaklı Minare’nin gölgesine, ölümün eşiğine getiren sebepler her ne idiyse, bugün de misliyle mevcut.
PKK’nın gençlik örgütü YDGH, hendekler, barikatlar, el yapımı patlayıcılarla sadece sivil halkı değil tarihi eserleri de esir almış vaziyette çünkü bölgede.
Ekmen’in hatırlattığı gibi “Sur’da 35, Cizre’de 22, Silvan’da 8 tarihi eser ya çatışmanın göbeğinde veya kıyısında. Dünyada eşi benzeri olmayan eserler bunlar. Bu ilçeler, camileri, kiliseleri, surları, hanları, hamamları ile sadece Mezopotamya’nın değil insanlığın şahidi”.
Bu haliyle DAEŞ’in insanlara ve insanlığın ortak değeri tarihi eserlere yönelik vahşi saldırılarından farkı yok PKK’nın yapıp ettiklerinin. Kullandıkları silahlar gibi kullandıkları terör yöntemleri de aynı.
DAEŞ’in Suriye’nin antik kenti Palmira’yı balyozlarla yıkmasından bir farkı var mı Sur içinde kalmış onlarca tarihi eseri kâh yakarak, kâh kurşunlayarak, kâh amacı dışında hor kullanarak tahrip etmenin?
Camiler gibi Ermeni Katolik ve Protestan Kiliseleri de YDGH’lıların cephaneliği durumunda halihazırda. Diyarbakır’da herkesin bildiği konuştuğu bir gerçek bu. Pis ayakları, kanlı elleriyle sevgiyi, adaleti, merhameti öğütleyen dinlerin kutsal mekânlarına girmiş, sığınak yapmışlar kendilerine. Orada yatıp kalkıyor, sokaklara gömecekleri patlayıcıları oralarda hazırlıyorlar. Saklandıkları camilerden polise ateş açıyor, karşılık geldiğinde ise bütün siyasi temsilcileri ve ideolojik aygıtlarıyla “Türk polisi Kürt gençlerine saldırıyor” diye yaygara koparıyorlar.
Nitekim PKK’nın önceki gün yaktığı Fatih Paşa Camii’nden açılan ateş sonucu önce yaralandı sonra hastanede şehit düştü Özel Harekât Şube Müdürlüğünde görevli polis memuru Mustafa Katırlı.
Bu noktada sorulması gereken kritik soru şu: Polis operasyonlarında YDGH’lılar ne zaman sıkışsa, yaralı teröristlerin arka evlerden kaçırılması gerekse, terör örgütünde mühimmat sıkıntısı baş gösterse, YDGH lehine zaman kazanmak gerekse o an olay yerinde biten ve canlı kalkan olup “DevletKatliamaHazırlanıyor” hashtag’leriyle yaygara koparan HDP’liler neredeler?
Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi, hendeklerin, barikatların dibinde basın açıklaması yaparken niye orada değildi HDP’liler?
Başsavcı ve beraberindeki heyet olay yeri inceleme yapmak, delil toplamak için Dört Ayaklı Minare’ye geldiğinde ve PKK heyete uzun namlulu silahlarla roketatarlarla saldırdığında HDP’liler niye orada değillerdi? Ne diye heyet ile YDGH arasında canlı kalkan olmadılar?
PKK Kurşunlu Camii’ni örgüt cephaneliğine çevirirken, polis şehit ederken, camiyi ateşe verirken, itfaiye araçlarını engellerken HDP’liler neredeydi? Nerede?!
PKK sivil halkın yaşama hakkı başta olmak üzere tüm hak ve özgürlüklerini gasp ederken ses çıkarmayıp şimdi devlet vatandaşına karşı görevini yaparken duyar kasanların ne dediğinin hiç önemi yok o yüzden.
Devlete, terörü şehirlerden kazırken “sakın ola hukuk dışına çıkma!”, “sivillerin kılına zarar verme!”, “operasyonlar sürerken gündelik hayatı koruyacak tedbirleri al, temel ihtiyaçları karşıla!”dan öte söylenecek söz yok.
Bu noktada dün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın verdiği teminat önemlidir: “Terör estirilen yerlerdeki Kürt kardeşlerime sesleniyorum. Bu devlet sizi asla yalnız başınıza bırakmayacak.”