Hedef Başbakan nezdinde Türkiye’dir

“We should nuke Türkiye...” diyordu Diana Pavloviç, Alatlı’nın kitabında. S.Huntington’ın karanlık öngörülerindendi Türkiye’nin iptali... 

Le Monde’un yayımladığı son karikatürlerden birinde: Başörtülü kadınlarla Osmanlı padişahlarından birisini sırtlamış, elindeki minareyle insanlara nişan alan Erdoğan karalamasını görünce... Kirli ve kindar olduğu kadar küresel bir itibarsızlaştırma kampanyasıyla karşı karşıya olduğumuz aşikar. İslam, Doğu ve Osmanlı bileşenlerini; örtülü kadın, padişah, minare ve Erdoğan üzerinden nefretle ve çarpıtarak sunan bu kareler, elbette masum da değil tesadüf de...

BBC’nin gökdelen çatılarından gaz maskesiyle yayın yapan savaş muhabirleri... CNN-INT’in kabak tadı veren kuyruklu yalanlarına kadar “medya” adı altında üretilen küresel bir nükleerle karşı karşıyayız. CNN bunu ilk kez 1. Körfez Krizinde Kuveyt’ten yaptığı kesintisiz 24 saat canlı yayınla yapmıştı. Binlerce insan öldürülüyordu, ama CNN’in bize gösterdiği petrol atıklarının içinde debelenen zavallı bir kuştu. Sonraları o kuşun, Akdeniz’de bir geminin atığında o hale geldiği ortaya çıktı ama iş işten geçmişti. En son Kazlıçeşme’deki Milli İradeye Saygı Mitingi’ni Taksim’deki çevre eylemi olarak verdi tüm dünyaya CNN-INT.

***

Sosyal medyada uğradığımız siber saldırılarıysa saymıyorum bile. Dünyada benden başka kimseyi takip etmeyen, tek derdi beni taciz edip karalamak olan yüzlercesini engellemek durumunda kaldım, kimbilir çok okunan yazarlar neler yaşadı? Bunu gayet hazırlıklı ve profesyonelce gerçekleştirdiler. Gezi eylemleriyle ilgili 13.5 milyon mesaj atılmış, bunun 1.2 milyonu görüntülü ve yarıdan çoğu yalan, iftira, küfür ve saldırı içerikli. Mesajlar sadece Türkiye’den değil, ABD, İngiltere ve Fransa üzerinden...

Dijital demokrasi” diye yaldızlanan süreç, bir turnusol işlevi gördü öte yandan, vandalizmin sanıldığı gibi lümpene has bir şey olmadığını gördük. Kesilmiş 80 bin ağacın üzerinden Y kuşağı diye pışpışlanan Koç Üniversitesi burssuz gençliğinin, kremalı can sıkıntısından çıkartabildiği nefret, ibret vericiydi.

Son yaşadığımız olaylarda en büyük darbeyi “gerçek” yedi aslında. Küresel ve lokal anlamda o kadar yoğun çalıştı ki saptırma cihazları, iş çevre eylemi olmaktan çıkıp, Türkiye aleyhine bir itibarsızlaştırma operasyonuna dönüştü... Küresel Cunta, 100 yıldır boğuştuğumuz Kürt Meselesinin barışçıl yollarla çözümü ve IMF’ye olan borçlarımızın kapanması gibi ekonomik ve siyasi iki hayati mevzuda nefes almamızı istemedi. Buna Afrika ve Ortadoğu’daki etkin ve siyaset kurucu Türkiye faktörü de eklenince, “nuke Türkiye” butonuna basıldı... Cemile Rakib’le Hürriyet’te yapılan panaromik röportajda, Einstein Enstitüsü üzerinden yapılandırılan devrim kotarıcılığının parmak izlerini deşifre edebilirsiniz. (http://www.hurriyet.com.tr/pasaj/23494993.asp)

Hayatı legal siyasi çalışmalarla geçmiş, kimi seçimleri kaybetmiş, hapsedilmiş, 1994’ten itibarense her seferinde halkın artan teveccühüyle yasal demokratik yöntemlerle siyaset yapmış bir liderden söz ediyoruz oysa Erdoğan dediğimizde... Peki “diktatör” karalaması nereden çıktı? Gecikmiş oryantalizmin kaba saba bir şekilde kotarmaya çalıştığı el çabukluğu marifet cinsinden bu karalama, aslında Başbakan Erdoğan nezdinde Türkiye’yi hedef alıyor.

Economist’in kapağında çıkan “Sultan Erdoğan” resmi de rastlantı değil. 100 yıl evvel parçaladıkları halde, anaforları ve dip dalgalarıyla hala dinginleşememiş Osmanlı hinterlandı, cetvelle çizilmiş kanamalı tüm hudutlara rağmen Afrika ve Ortadoğu’da “her an geri dönebilecek” bir fobiadır onlar için... Onlar. Yani muktedirler. Dünya muktedirleri; gerek faiz gerekse savaş lobileri, güçlü Türkiye imajı altında, Osmanlı fobiasına yaslanarak küresel bilinci karartmayı hedeflediler.  

İçinden geçtiğimiz sarmal, ne 80 cuntasına ne de 28 Şubat’a benziyor. Küresel cuntalarla karşı karşıyayız...