Bir önceki yazýmda, bazý Ýslamcý yazarlarýn “liberalizm”e yönelttiði eleþtirilerin doðru hedefinin “hedonizm”, yani hazcýlýk olduðunu belirtmiþtim.
Peki nedir bu hedonizm, biraz açalým.
Kavramýnýn mucidi Eski Yunan düþünürü Epikür’dür. Bu Atinalý filozofun iki önemli fikri vardýr aslýnda: Birincisi, sözünü ettiðimiz “hazcý” felsefedir. Buna göre, insan hayatýnýn doðru hedefi, “acýdan kaçmak ve olabildiðince haz almak”týr.
Epikür’ün ikinci fikri ise “materyalizm”, yani “maddecilik”tir. Yani ona göre sadece maddi evren vardýr, Tanrý (ya da “Tanrýlar”) yoktur.
Enteresan bir nokta, Epikür’ün bu iki fikri arasýndaki iliþkidir. Hýristiyan düþünür Benjamin Wiker, “Ahlâki Darwinizm: Nasýl Hedonistler Olduk” (Moral Darwinism: How We Became Hedonists) adlý kitabýnda, buradaki iliþkinin, sanýldýðý gibi “ateizmden hedonizme” deðil, aksine “hedonizmden ateizme” doðru olduðunu vurgular.
Yani, Epikür, “Allah yok, öyleyse sýnýrsýzca haz alalým” dememiþtir. Aksine, “sýnýrsýzca haz almalýyýz, onun için de Allah’ý yok saymalýyýz” demiþtir.
Denebilir ki, bir hakikat arayýþýyla deðil, bir nefs kýþkýrtmasý ile varmýþtýr ateizme...
‘Oyun alaný’
Epikür’den bu yana çok zaman geçti. Onun aslýnda felsefi düzeyde savunduðu hedonizm de, tabiri caizse, ayaða düþtü. Bugün karþýmýza mal hýrsý, tüketim çýlgýnlýðý, gösteriþ meraký, sýnýrsýz cinsellik gibi unsurlarla çýkýyor.
Bazý reklamlar, bu “felsefe”yi apaçýk telkin dahi ediyor. “Dünya oyun alanýnýzdýr, keyfini çýkarýn” diyerek.
Peki buna karþý doðru dindarâne tutum acaba nedir?
Hazcýlýðý yasaklamaya çalýþmak deðildir bence. Yasaklamak, sadece yasaklanan þeyin cazibesini artýrýr. Dahasý, hoyratça savunmaya çalýþtýðýnýz deðerlere karþý tepki ve nefret doðurur.
Doðru tutum, hazdan yoksun, zevksiz, neþesiz, kasvetli ve boðucu bir din anlayýþý sunmak da deðildir. Ortaçað Hýristiyanlýðý bunu fazlasýyla yaptýðý için fazlasýyla zayýfladý.
Yine de, her din gibi Ýslam’ýn da hedonizme itirazý vardýr ve olacaktýr. Bunun iyi bir yolu da, bana sorarsanýz, hedonizmin insanlara sahiden ne getirdiðini biraz eþeleyip göstermektir.
Haz ve mutluluk
Bu mevzulara bizden çok önce girmiþ olan Batý’da epey geniþ bir eleþtiri literatürü var; biraz bakmak lazým.
Bir örnek: Ýngiliz muhafazakâr Spectator dergisinin geçen Mart sayýsýnda, “haz” ile “mutluluk” farkýný ele alan iyi bir makale yayýnladý. Yazar Roger Scruton’a göre, haz, “tüketilen” bir þeydi: Leziz bir yemek, bir cinsellik aný, bir “çýlgýn parti” gibi. Tüketilince de yenisi isteniyor, giderek daha fazlasý gerekiyor, bu da insaný “haz baðýmlýsý” kýlýyordu.
Pop yýldýzlarýna duyulan abartýlý merak, bu “haz kültürü”nün bir yansýmasýydý. Hayal ettikleri tüm hazlara maksimum ulaþan þöhretlere büyük hayranlýk duyuyordu insanlar. (Bu maksimumculardan bazýsý mutsuzluktan intihar noktasýna gelse bile.)
Mutluluk ise tüketilen deðil, “yaþanan” bir þeydi. Kaynaðýnda da kendimiz dýþýndaki varlýklarla, onlarý tüketmeden kurduðumuz hissi iliþkiler yatýyordu. Aile, evlilik, dostluk veya cemaat iliþkileri gibi.
Ayný þekilde doðanýn güzelliðini temaþa eden bir insan, bu doðayý tüketmiyor, sadece ona hayranlýk duyuyordu. Scruton’a göre, insanýn “kutsal” ile olan iliþkisi, “güzellik” ile olan iliþkisi gibiydi. Tüketmeye deðil, hayran olmaya ve sevmeye dayanan. Hiç bitmeyen ve eskimeyen.
Öyle ya, Allah için kýlýnan bir namazýn, O’nun için açýlan bir iftarýn verdiði mutluluk, hiç biter, tükenir mi?
“Kim Allah’a inanýrsa, o, sapasaðlam bir kulba yapýþmýþtýr; bunun kopmasý yoktur” ayetine tutunan bir kalp, hiç ye’se düþer mi?