Beşiktaş’ın oyun anlayışı ve taktik yeterliliği üzerine yargılara varmak için hala erken. Geride bıraktığımız maçlar yine de belli ipuçları sunuyor elbet, onların izini sürmeye çalışalım. İlk İBB maçında skor dezavantajı sonrası gereken baskıyı kurmakta ve hücumda çoğalmakta zorlandı Beşiktaş. Beraberlik golü son bölümde, Carvalhal’in alışık olduğumuz kontrollü futbolu sayesinde ve yine alıştığımız duran top yoluyla geldi esasen.
Sonraki üç maçta skor avantajını yakalayan takım Beşiktaş’tı. G.Saray karşısında inişli çıkışlı bir grafik çizdi, ama saçma penaltı kararı olmasa sahadan galip ayrılacaktı. 16 gol girişimi ürettiği Karabük maçında istediklerini tam olarak yaptı. 20 gol girişimi ürettiği Elazığ karşısında kilidi yine duran topla açtı, sonrası malum. Bu dilimdeki her maçın Beşiktaş’ın iyi yönlerinin teyidi anlamına geldiğini, ama eksik görünen yönlerini sınama fırsatını bir türlü bulamadığımızı yazmıştım. G.Antep maçı bunları görmemizi sağladı. Yine skor avantajı yakalayan Kartal farkı artıramayıp rakibin ofansif hamlesine de karşılık veremeyince, temel sorunlar su yüzüne çıktı. Takımın “hızlı hücum kapasitesi” iş görecek düzeyde. Skor avantajı yakalanan çoğu maçta da rahatlık sağlar. Asıl sorun başka yerde:
Geliyoruz böylece “koşan takım” klişesine. Bir takım elbette koşacak, ama koşarken teknik ve yaratıcı özellikler de sergileyecek ki ofansif üretkenlik sağlayabilsin. “Koşan Beşiktaş” maçı daha çok 2. bölgede oynuyor. Maçı 3. bölgeye yıkmakta, hücumda çoğalmakta zorlanıyor. Koşarken rakibini de koşturacaksın üstelik. O da Aybaba’nın istediği yüksek pas trafiğiyle olur ancak. Ha, onu yakalamak için de takımın sahadaki boyunu kısaltacaksın. Ha, onun için de sahadaki teknik kapasitesi yüksek oyuncuların sayısını artıracaksın.
Sahi ya, böyle bir tablo pek de uzak bir anı sayılmaz Beşiktaş’ta, öyle değil mi? Schuster’in, maçı daha çok 3. bölgede oynamaya yönelik anlayışı Türkiye’de bir türlü kabul görmedi. Stoperlerin orta saha çizgisini geçmemeye yeminli olduğu bir ligde futbol uleması Schuster’e cevaz vermedi, adamı “futbol cahili” ilan etti. Varacağım yer belli elbet: Q7! Bugüne kadar Q7 konusundaki yanlışlara hemen her yönüyle değindim. Şimdi sadece şunu söylüyorum:
İster takımın boyunu kısaltıp ofansif bir üretkenliğe meylet, ister daha kontrollü bir yayılışla skor avantajı sonrası geniş alanlar bulmayı hedefle, Q7 gibi bir oyuncuya ihtiyacın var. Yoksa G.Antep maçındaki gibi topu rakibe teslim eder, dinleniyorum derken daha çok yorulursun topun peşinde koşmaktan. Q7 konusunda karşılıklı ve akılcı bir çözüm bekliyorum artık.
Niğde ile oynanan kupa maçı yukarıda yazdığım yetersizlikleri ve daha önemlisi Beşiktaş’ın kadro darlığını örneklemesi açısından ibret niteliğinde. “Olur böyle maçlar” deyip hafife almak yanıltıcı olur. Q7’nin kazanılması ve şimdiden planlanmış, doğru bir ara transfer politikası şart.