Hep aynı oyun, hep aynı!

Son birkaç gündür belli bir MERKEZ tarafından aynı algılama yayılmaya çalışılıyor; “Siyasetçiler TV’de konuşan sunucunun kıyafetine bile müdahale ediyor, bu hayat tarzına müdahale etmektir”!

Aynı “oyunun” farklısını birkaç ay önce gördük. İçeride ve özellikle İngiltere-Almanya merkezli medyada, “Türkiye’de Hükümet gazeteci kıyımı yapıyor” algılaması yayılmaya çalışılırken, “yaşananların doğrusunu ve olayların özünü bilen bazı köşe yazarları da” bu algılamayı maalesef desteklediler hatta ABARTMAYA çalıştılar. Verilemek istenen mesaj hep aynıydı ve profesyonel bir ODAK tarafından hazırlandığı da çok açıktı; Türkiye’de hayat tarzımıza müdahale var!

Sevgili dostlar, Türkiye’de 1960 darbesinden bugüne yaşananlara dikkatli bakarsak şunu görebiliriz; gazetecilerin-televizyoncuların başına ne geldiyse arkasında HÜKÜMETLER değil, GAZETECİLERİ KENDİ ÇIKARLARI DOĞRULTUSUNDA YÜCELTEN SONRA TERK EDEN VE/VEYA YERİN DİBİNE SOKUP SONRA KENDİ KADERİNE BIRAKAN PATRONLARI VARDI! Son olay da istisna değildi, olayı fırsat bilen DIŞ YAPIM ŞİRKETİ bu kararı verdi! Nedenleri ve zamanlaması çok tartışılır!

Sevgili dostlar, kapalı gitmek bana yakışmaz daha da açık yazayım; Türkiye’de BURJUVA sınıfı olmaması ve 1946 sonrası Devlet-Millet varlıklarının transfer edilmesiyle “ÇAKMA BURJUVA” oluşturma denemesi, hiçbir devirde “kendi gibi duramayan”, karakteristik özellikleri olmayan patron yapısına yol açmış ve bunun en büyük sıkıntılarından biri de BASIN sektöründe görülmüştür... Gazetecileri harcayan Hükümetler değil, onları kendi istedikleri kapıları açmak için araya sokup, eğip büken sonra da çöpe bırakan patronlarıdır!

Her dönemde Devlet-Hükümet ikilisinden bir şeyler bekleyen “BURJUVA ve patronaj”, gazetecileri CEO gibi kullanmaya alışmış ve bunun en uç örneği de 1994-2001 arasında bir gazete genel yayın yönetmeni olan X’in, HOLDİNG GENEL MÜDÜRÜ gibi gazetecilik yapması ve Hükümetler ile çıkar ilişkilerini yönetmesidir. Bu arkadaşın “açtığı yol”, Türkiye’de gazetecilik mesleğine yapılan en büyük kötülük olup, 2001 sonrasında da patronların bu beklentisi devam etmiştir. 2001 sonrası YERLEŞİK MEDYA DÜZENİ’ne alıştıklarını vermeyen, mesafeli duran bir Hükümet ortaya çıkmış ve Hükümetlerin DNA’sına yerleşmeye alışan basın düzeni de bu şekilde iflas etmiştir... Bu noktada soralım; durması gerektiği gibi duran, Halkın menfaatlerini koruyan ve YERLEŞİK MEDYA DÜZENİ ile işbirliği yapmayan bir Hükümet mi yanlış davranmıştır yoksa bu YERLEŞİK DÜZEN’e alıştıkları için gazetecilerini bu yolda kullanmayı deneyip, kullanamayınca harcayan patronlar mı!

Herkes basın denklemini ve hayatımıza yansımasını analiz ederken lütfen DÜRÜST OLSUN! Kimi kandırıyorsunuz! Alıştığınız “hortumlar kesilip”, istediğiniz düzen çalışmayınca, gazetecilerinizi eskiyi özleyerek ve/veya panik halinde bu yolda harcamaya başladınız! “Biz manşetlerle iktidar olmadık, manşetlerle de gitmeyiz” diyen bir Başbakan beklemiyordunuz, alıştığınız bu değildi! Nasıl davranacağınızı da BİLEMEDİNİZ!

Sonuç 1: Ne Hükümet, ne de Başbakan Erdoğan, “medya patronları” ile eski Hükümetler ve Başbakanlar gibi “DEĞİŞİK” bir ilişkiye girmedi hatta buna, bir nokta kadar izin vermedi! Bu yolda “Burjuvazi” olmayan-olamayan “transfer edilmiş” SERMAYE, gazetecilerini insafsızca harcadı ve gazetecileri, “kurumsal kendi duruşları” olmadığı için türbülans içinde kayboldu gitti! Bir vatandaş olarak Halk ile bütünleşmesi gereken Hükümet’in “olması gerekene uygun davranmasını” ve YERLEŞİK DÜZEN’e kapıdan giriş izni vermemesini sonuna kadar destekliyorum! Bu ülkede pijamayla Başbakan karşılamak ne kadar kolaydı değil mi! Bu ülkeyi elinizdeki MEDYA ile yerden yere vurmak, hükümetleri devirmek hatta DARBE teşvik etmek ne kadar da parmaklarınızın ucundaydı değil mi?

Sevgili dostlar, Türkiye’nin 1938-2003 arasında yaşadığı bütün sorunların temelinde tek bir gerçek var; “güçsüz hükümetler, kudretsiz Başbakanlar ve karşılarında GÜÇLÜ BİR YERLEŞİK DÜZEN”!

Daha açık yazayım; kendilerini “establishment” olarak tanımlayanlar, onların HALKIN SEÇTİKLERİNE “yönetimi” vermeme ısrarı ve attıkları adımlar...

Sonuç 2: Ülkeyi kendi tasarruflarında sananlar, o kadar “dibe doğru kök” salmışlardı ki; bu yapının beslenmesi için ülkeyi yönetenlerin onlar kadar dibe doğru uzanmadan havada kalmaları gerekliydi ve 1946-2003 arasında da tam istedikleri gibi oldu... Tam bu noktada bir soru soralım; böyle bir SİSTEM kuranların, “medya patronajı” sizce nasıldı ve en önemlisi BASIN dinamiklerine en büyük zararı kim verdi?

Son söz: Türkiye, 1946-2003 arasında 2.2 trilyon dolar, 1980-2003 arasında 1.5 trilyon dolar faiz ve anapara ödedi... Kime? “Establishment” diye ortada dolaşan “biz çok büyük işler yaptık” diyen VE KENDİLERİNİ “SAHİP”, HALKI “PARYA” GÖREN arkadaşlara... Bu noktada soralım; transfer ettiği bu para ile oluşan “çakma burjuvazi” sizce olması gerektiği gibi bir BASIN ortaya koyabildi mi yoksa “bu transferi destekleyen” bir mekanizma mı kurdu! VE EN ÖNEMLİSİ İLK DEFA, İSTEDİĞİ ORGANİK BAĞLANTIYI KURAMADIĞI BİR HÜKÜMET İŞ BAŞINA GELİNCE, SİSTEM DUVARDA MI PATLADI! Bu sorular çok önemli! Cesareti olan herkesle tartışmaya hazırım! TÜRKİYE GERÇEKLERİ BİLSİN!