Türkiye’de son 6 yýldýr; yani 2008 yýlýndan beri üç temel alanda çok büyük bir kaynak aktarýmý var. Bu üç temel alan; a) Güneydoðu Anadolu Projesi’nden (GAP) baþlamak üzere, Doðu’ya aktarýlan kaynaklar b) Þehirler arasý ve büyük þehirlerde baþlatýlan ulaþým projeleri c) Eðitim ve saðlýk alanlarýna ayrýlan bütçe... Bu süreç, 2008 yýlýnda GAP Eylem Planý’nýn kabul edilmesiyle baþlamýþtýr. Yaklaþýk 30 milyar TL olan bu eylem planý bütçesi, bölgede üniversitelerin ve kalkýnma müesseselerinin bütçeleri ile de desteklenmiþtir. Yani 2008’den bu yana, bölgede kurulan devlet üniversiteleri, eðitim bütçesi, kalkýnma projelerine ayrýlan paylar ve ulaþtýrma -duble yollar, tüneller- bütçeleri ile bu topraklarýn gördüðü en büyük devlet yatýrýmlarý yapýlmýþ ve bu yatýrýmlar þimdi de -çözüm süreci ile birlikte- artarak devam etmektedir. Daha önceki darbe ve vesayet dönemlerinde, korucu müessesesi dahil, savunma bütçesi adý altýnda silah sanayine aktarýlan miktarý -bütçeyi- 2008’den bu yana, bölgedeki GAP, eðitim, ulaþtýrma, saðlýk ve altyapý yatýrýmlarý geçmiþtir. Yine 2008’den bu yana, eðitim ve saðlýk bütçelerinin hem etkin olduðunu görüyoruz -yapýlan yatýrýmlardan en geniþ kesimce yararlandýrýlmasý anlamýnda- hem de bu bütçelerde düzenli -en azýndan savunma bütçesini aþan- bir artýþ görüyoruz. Ayný þekilde, limanlar ve duble yollarla, ulaþým bütçesi de etkin ve çarpan etkisi çok yukarýda olacak þekilde sürdürülmüþtür.
Çarpan etkisi büyük yatýrýmlar
Benim bu konudaki en çarpýcý örneðim; Gaziantep-Kilis Organize Sanayi Bölgelerini, Ýskenderun Limaný’na baðlayan tünel-duble yol yapýmý ve yine Kilis-Ankara-Ýstanbul karayolunun -Gülek Boðazý ve Bolu Geçiþleri dahil- gerçekleþmesidir. Çünkü bu baðlantýlar çok stratejik baðlantýlardýr. Örneðin Gaziantep’teki Organize Sanayi Bölgeleri’nin Ýskenderun gibi bir limana neden daha önce bu þekilde baðlanmadýðýný ya da Kilis gibi bir yerde neden OSB’lerin yeni kurulduðunu sorabilirsiniz; bunun yanýtý da açýktýr; daha önce Türkiye’yi yönetenler, tekelci sermayenin belkemiðini oluþturduðu oligarþinin istediði yatýrýmlarý yapýyorlardý ancak; Ýstanbul’da, Kocaeli’nde, Ýzmir’de öbeklenen sanayinin, Gaziantep’te, Kilis’te bir iþi yoktu; tam aksine buralarýn geri kalmasýný ve buralarda yatýrým yapýlmamasýný istiyordu. Buralardaki giriþimcilerin ancak kendilerine baðlý, kendilerinden mal alan bayiler ya da müþteriler olmasýný istiyorlardý. Bundan dolayý, Türkiye’de batýda öbeklenen ve devlet olanaklarýyla büyüyen yaðmacý sermaye, doðuda yatýrým yapýlarak, kendisine rakip ve dýþ pazarlara açýlan yeni bir sermaye sýnýfýnýn çýkmasýný istememiþ, doðuda feodal yapýyý tümden çözecek bir toprak reformu yapýlmasýný ise sürekli engellemiþtir. Türkiye’nin tarýmda hâlâ en büyük sorunu, büyük toprak sahiplerinin elindeki atýl topraklar ya da bölünmüþ, etkin olmayan küçük aile iþletmelerinin varlýðýdýr. Toprakta bölünmeyi önleyecek miras hukuku ve büyük verimli arazileri etkin kýlacak doðru dürüst bir toprak reformu bile bu yüzden yapýlmamýþtýr.
Nerden bu kaynak?
Peki yüzmilyarlarca dolarý bulan bu kaynak milli bütçeyi sarsmadan, hatta giderek bütçeyi düzelterek nasýl saðlanmýþtýr? Çok açýk, Türkiye, daha önceki yýllarda kamu borçlanma gereðini yukarýda tutarak faizleri sürekli olmasý gerekenden daha üstte belirlemiþ, faizlerin düþük olduðu yýllarda ise enflasyonu çok yukarýda tutarak enflasyon yoluyla kaynak aktarmýþtýr. 1960’larda baþlayan darbeci süreç, enflasyonla tekelci sermayeye kaynak aktarým mekanizmasýdýr. Bu süreç, 12 Mart 1971’deki darbeyle tahkim edilerek sürmüþ ve bu dönemde, özellikle 76’dan 80’lerin baþýna kadar olan Demirel hükümetleri, yüksek enflasyon mekanizmasý ile hem dýþarýya hem de tekelci sermayeye kaynak aktarmýþlardýr. Tabii bütün bu dönemde, hem ekonomik hem de siyasi kontrolün askeri vesayeti yönlendiren oligarþik diktanýn elinde olduðunu söylemeye gerek yok. Seksenlerden sonra Türkiye, çarpýk ve hýzlý bir ‘liberalleþme’ daha doðrusu dýþa açýlma programý uyguladý. Ücretler, 12 Eylül’ün de baskýsýyla düþürüldü. Kamu harcamalarý denetim altýna alýndý; enflasyonla mücadele baþladý; ihracatýn, düþük emek ve deðersiz yerli parayla öne çýktýðý bir dönem baþladý. Böylece, dýþarýya ve içerideki tekelci yapýlara kaynak aktarýmý, aðýrlýklý olarak, yüksek enflasyon yerine, düþük ücretle olmaya baþladý. Doksanlý yýllar tam bir finans ve devlet yaðmasýydý. Özelleþtirmeler, devletin ve kamu yatýrýmlarýnýn talan edilmesi olarak kullanýldý. Bu dönem, Kürtler’e baskýlarýn ve savaþýn týrmandýrýldýðý, devletin yaðmalandýðý karanlýk bir dönemdir. Nitekim bu karanlýðýn son halkasý 28 Þubat darbesidir.
Ýktidar olma mücadelesi
Ýkibinli yýllar, AK Parti’nin ‘milli görüþten’ gelen kadrolarýnýn iktidar olma mücadelesi ile baþladý. Darbe teþebbüsleri dönemidir 2008’e kadar olan dönem. 2008’de özellikle Baþbakan Erdoðan’ýn yeter dediðini, GAP Eylem Planý ve IMF ile anlaþma yapýlmamasý ile gördük. Bu tarih bir kopuþ ve AK Parti’nin kapatma davasýna ve daha önceki 2007 muhtýrasýna da direnenek iktidar olmaya baþlamasýnýn tarihidir.
Ýþte bu tarihten sonra, Erdoðan Hükümetleri, 28 Þubat öncesi Erbakan ve ekibinin yapmaya baþladýðý ama darbe nedeniyle yarým býraktýðý ‘iþleri’ yapmaya baþladý. Yani kamu borçlanma gereðini düþürecek bir bütçe disiplini ve etkinliði saðlandý. Daha önce enflasyon, yüksek faiz, gereðinden fazla düþük ücretler, gereksiz silahlanma harcamalarý gibi temel mekanizmalarla tekelci sermayeye ve dýþarýya aktarýlan kaynaklar, bütçede altyapý, limanlar, yollar, eðitim ve saðlýða ayrýlmaya baþladý. Seçim dönemlerinde bile, hayli hatýrý sayýlýr faiz dýþý fazla veren AK Parti hükümetleri, Türkiye’de kamu borçlanma gereðini hýzla düþürdü; bu, ayný zamanda faizlerin de düþmesi anlamýna geliyordu. Böylece müthiþ bir kaynak açýða çýktý.
Döviz borçlarýný halka yýkmak istiyorlar
Nitekim bugün ekonominin üç temel alanýna bakalým; yani hanehalklarý, kamu ve özel sektör... Bu üç temel alanda döviz borcu, yalnýz özel sektör, özellikle tekelci sermayenin öbeklendiði özel sektör aðýrlýklýdýr. Hanehalklarýnýn döviz fazlasý vardýr. Yine kamunun döviz borcu tehlikesi yoktur. Bugün ‘TL, gereksiz deðerli olsun, faizler yukarý çýksýn’ diyen bir finans oligarþisi var ve bu azýnlýk, yüksek döviz borcunu hepimizin üzerine yýkmak istiyor; 17 Aralýk darbe giriþiminin -týpký 28 Þubat gibi- en önemli nedenlerinden biri budur.
Metrolarda, duble yollarda, hastanelerde yiyoz ‘sizin’(!) dolarlarý !
Bugün Ýstanbul gibi bir metropolde düþük gelirli bir Ýstanbullu, bir holding patronundan çok daha konforlu ve hýzlý seyahat ediyor. Þimdi kendinizi bu holding patronunun yerine koyun, altýnýzda beþyüz bin avroluk araba, trafikte bekliyorsunuz, içinizden ‘bu sýkýþýklýkta, bu nakit yokluðunda, üstelik Fed’in bunu yapacaðý belliyken, þu metrolara, yerin altýna þu çulsuzlar için milyar dolarlar gömülür mü, bu çulsuzlar için milyar dolarlýk trenler ithal edilir mi; bu cari açýk varken, alacaðýn olsun Tayyip’ diye söylenmez misiniz, ben olsam söylenirim, hatta hiç gözünün yaþýna bakmam devirmeye bile kalkarým. Ama ben metroyla seyahat eden, dar gelirli bir Ýstanbullu’yum; her metroya bindiðimde, yiyoruz diyorum, yiyoruz çatýr çatýr, þu tekelci sermayeye gidecek dolarlarý... Ýçimin yaðlarý eriyor... Ama az yapýyor bu tekelci sermayeye Erdoðan az; iþte bu yanýný eleþtiririm... Gerisi helal olsun