Başbakan Erdoğan’ın Dolmabahçe’de gazetecilerle yaptığı toplantıda net olarak görüldü ki Başbakan, devlet içindeki paralel yapılanmayı ayıklamakta son derece kararlı. Takım olarak bir çalışma yapılmış, siyasi hukuki çerçeve çizilmiş, takvim belirlenmiş görünüyor.
Süreç içindeki gelişmelere ve Başbakan’ın o gün sorularımıza verdiği cevaplara dayanarak şu söylenebilir:
Gülen’den gelen mektup, Başbakan’ın paralel yapıyı temizleme kararlılığını zerre etkilememiş. Bilakis.
Daha önce “ihanete uğradık” diye ifade etmişti yaşadıkları durumu. Vaziyete geç uyanmanın şaşkınlığıyla Arınç “saflığımıza verin” demişti hatta. O gün de Başbakan “17 Aralık’ın iyi bir tarafı varsa o da yapıyı herkesin görmüş olmasıdır” dedi.
Bu cümle, çetenin varlığı ve niyetiyle ilgili hem kendileri, hem genel kamuoyu için geri dönülmez bir noktaya gelindiğine işaret ediyor. Ayrıca, maruz kalınan duruma ilişkin bir bagaj taşısa da, bir anlamda “karşı taraf”ın Türkiye’ye ve cemaate zarar veren bu yapıyı tasfiye etmek, ilişkilerini ve pozisyonunu gözden geçirmek için köprüden önceki son çıkışı kaçırdığını da söylüyor. Ama asıl vurucu olan “Hep şantajla mı yaşayacağız” vurgusu elbette.
Olması/olmaması gereken
Mektupta “emir verecek, sevk edecek konumunda değilim” denmesine rağmen “itidal tavsiye etme” karşılığında dershaneler ve tayinlerle ilgili belirtilen rahatsızlığın, illiyet bağının yokluğuna değil varlığına işaret sayıldığı, kamuoyunun da buna şahit tutulduğu anlaşılıyor.
Ancak çetenin ayıklanma sürecini iddia edildiği gibi “cadı avı” olmaktan çıkaracak kriter konusunda da önemli bir hassasiyet gözleniyor:
Güzel işler için bir araya gelip hizmet-himmet eden, cemaate gönül veren insanlarla, cemaat içindeki bu kriminalleşmiş yapıyı birbirinden dikkatle ayırıyorlar.
Anlaşılan o ki cemaat hiyerarşisini kamu hiyerarşisine tercih eden ve yetkisini bu amaçla kullananlardan suçu sabit olanlara yönelik olacak idari adli tasarruf.
Yürütme erki devletteki bu illegal yapıyı, hukuk dairesinde kalarak temizlemeli mutlaka. Bundan geri durma “madem öyle sulh edelim” deme lüksüne sahip değil. Halkın iradesine ve sivil siyasi alanın namusuna tasallut edenlere karşı daha önce olduğu gibi bir kez daha tedbir almakla yükümlü. Bu sadece yetkisi değil görevi de.
Lakin olması gerekenle durulması gereken noktayı iyi ayarlamak şart.
Devlet içindeki paralel yapının aynı zamanda “paralel cemaat”etekabül ettiğine dair bir kanaat var. Bu böyle bile olsa, suçu sabit olanlarla olup bitenlerden habersiz olanları hatta “uyuyan hücreleri” birbirine karıştırmamak, niyet okumamak ve hastalıklı oluşumlarla, yanlış ilişkilerle, hizmeti ve kazanımlarını ifsat edenleri ayıklayıp yapıyı aslına döndürme işini yine onlara bırakmak gerek. Bu olacaktır da.
Söylemezsem çatlarım
1)Yeniden yargılama elbette bir hak. Şartları oluşmuşsa haksızlığa uğradığını düşünen herkes için işletilmeli.Lakin kararı kesinleşen ya da yürüyen ve kimi hukuksuzluklar da içerdiği görülebilen davalarda yine de toptancılıktan kaçınmak gerek. Tüm kararlar sıfırlansın, cezaevleri boşalsın tezviratına kapılmak sadece düne dair hafızası taze olanların adalete inancını zedelemekle kalmaz, yeni bir savruluşa ve yanlışlara da yol açar.
2)Evet cemaat Türkiye’nin askeri bürokratik vesayetçi yapılardan temizlenmesinde doğru yerde pozisyon aldı. Lakin bu mücadelenin tek başına sahibi değildir, bileşenlerinden sadece biridir.Ayrıca dün doğru pozisyon almış olması, kendi içinde ve devlette çeteleşenler eliyle Ergenekon-Balyoz gibi haklı ve meşru davalarda kişi haklarına halel getirildiği/getirilmiş olabileceği ihtimalini de, bu süreci kendi yapılanması için araçsallaştırmış olduğu gerçeğini de ortadan kaldırmaz.
3) Lakin ne bu durum, ne de devletteki mevcut çetenin temizlenme lüzumu, suçu sabit olmuş eski darbeci-vesayetçi yapıları affetmemizi gerektirmiyor.Kimsenin kimse adına onları affetme hakkı yok. İki vesayetten birini seçmek zorunda değiliz. Hep şantajla mı yaşayacağız?