Her askerî darbe, ‘gasb' yoluyla yönetme zorbalığıdır!

28 Şubat 1997 Askerî Darbesi üzerine yazmaya başladığım sırada, bir başka 'askerî darbe teşebbüsü' haberi erişti; Ermenistan'dan.. Ermenistan Gen. Kur. Başkanı olan kişi, Başbakan Nikol Paşinyan'ın 'istifa' etmesini istiyordu.

Bu konuya öncelik vermek gerekti, tabiatiyle.. Tam da o sırada, 'Darbeciler kim olursa olsun, Türkiye'nin, her türlü darbeye karşı olduğu' Mevlûd Çavuşoğlu tarafından açıklanıyordu.

Doğru olan da buydu.

Mısır'da da karşı olunan, Gen. Sisî'nin şahsına değil, yaptığı darbeyeydi.. Hattâ, darbenin kanlı veya kansız oluşu da bakışı değiştirmez.

***

Ermenistan'daki bu son gelişmenin bir öncesi de vardı. Geçen hafta bir tv. proğramında, -eski başbakan- C. Başkanı Sarkisyan, Paşinyan'a, 'Azerbaycan şehirlerine karşı niçin, Rusya'dan alınan İskender füzelerini kullanmadın?' dediğinde; o da, 'Sizin zamanınızda alınan o füzeler ya hiç patlamadılar, ya da ancak 10'da 1'i patlamıştı' diyordu. Bu söz, Ermenistan'ın yenilgisine seyirci kaldığı için Rusya'ya karşı zâten var olan tepkinin üzerine tuz-biber ekiyordu. Bu söz, elbette Rusya'yı çok kızdırmıştı. Paşinyan'ın Rusya yerine Fransa ve Amerika'yı öncelediği de esasen biliniyordu.

Ayrıca Paşinyan, 'Yenilginin siyasî sorumluluğunu kabullenirim, ama, ordu da askerî sorumluluğu kabullenmeli..' diyerek, orduyu daha bir güç duruma düşürmüştü. Ve dünkü gelişmeler yaşandı.. (Dün, 1992'de, Hocalı kasabasında, 600 küsur Müslümanın, Ermenistan güçlerince katliâm olunmalarının 29. Yıldönümü'ydü..)

***

Paşinyan'ın Ordu'dan yediği bu 'muhtıra', bizim gibi, tarihi, yığınla darbelerle dolu olan ülkeler dışında, bir kanun düzenini kurmuş toplumlar açısından olacak şey değildi, normalde.. Çünkü, 'memur, âmirine karşı geliyor, sen istifa et..' diyordu.

Bu gibi 'isyan- başkaldırı' durumlarının sonunda, âsîler,/isyan edenler başarılı olursa, 'kahraman' sayılırlar; başarılı olamazlarsa, hain olarak nitelenir ve cezalandırırlar.

***

Azerbaycan topraklarının yüzde 20'sinden fazlasını 28-30 yıldır işgali altında tutan Ermenistan'ın 4 bine yakın askerini yitirerek mağlûb olarak çıkmış olsa da; Nikol Paşinyan bu 'muhtıra' karşısında, 'İstifa etmiyeceğim, beni halk seçti, ancak halk azleder.. Ordu kendi işine bakmalı, ülkenin sınırlarını dışardan gelecek düşmanlara karşı korumalıdır..' sözleriyle teslim olmayacağını açıkladı ve ordunun komuta kademesini azletti. Ancak, bu azil işini C. Başkanı Serj Serkisyan, henüz kabul etmedi.

Ama, Paşinyan, 'legal başbakan' durumunda, bütün yönetim mekanizmaları gibi, ordu da, ona itaat etmek zorunda.. Darbelerde, trenin raydan çıkması durumu işte budur.

Bu sözün sadece Paşinyan için söylendiği sanılmamalı.. Darbeler tarihi açısından bir hayli zengin bir geçmişi olan ülkemiz de aynı durumdaydı, 27 Nisan 2007'deki TSK Muhtırasının kırılmasına kadar..

***

Hatırlayalım..

12 Mart 1971 günü, yani 50 yıl önce, TSK tarafından, bir takım 'ilke ve devrimler'e yönelik tehlikeleri bertaraf etmek ve millî birliği tekrar gerçekleştirmek gibi gerekçelere dayanılarak, radyodan (ki, henüz tv yoktu ülkede), gün ortasında okunan 'muhtıra' üzerine, Başbakan Demirel hemen makamını terketmişti. Mazereti de tamamen boş değildi. Çünkü, 27 Mayıs 1960 Darbesi'nden sonra 10 yıllık Başbakan Adnan Menderes ile iki 'bakan'ının uyduruk yargılamalarla îdâm olunuşları üzerinden henüz 10 yıl geçmemişti. O dönemi yakından yaşayan Demirel, 'Ne yapayım, benim tankım- topum mu var? Ya, bana da tank-top versinler; ya da onlar üniformalarını çıkarıp gelsinler, siyaset meydanında mücadele edelim' diyordu.

***

12 Eylûl 1980 Askerî Darbesi ise.. Ocak-1980 başında C.Başkanı F. Korutük'e, TSK tarafından 'muhtıra' gibi havasında bir 'mektub' verilmiş ve bir 'ateş topu' mahiyetindeki o 'muhtıra'yı kimse üzerine almamış ve 8 ay sonra da 'askerî darbe' gerçekleşmişti.

Necmeddin Erbakan başbakanlığında kurulan 'Erbakan- Çiller/ Hükûmeti'ne de henüz 8'nci ayında, 28 Şubat 1997 günü, TSK bir 'muhtıra' verdiğinde, Tansu Çiller, Erbakan'a, 'komuta yüksek kademesini emekliye sevketmeyi' teklif ettiğini; Erbakan'ın ise, 'C. Başkanı Demirel'in o Hükûmet kararını imzalamıyacağını' belirterek karar alamadıklarını yıllarca sonra açıklamıştı. (Vefatının 10. Yılı dolayısiyle dün anılan) merhûm Erbakan'ın o öngörüsü de yanlış değildi. Çünkü, kemalist-laik cenahın 'Şeriat geliyor..' korkusuna karşı, 'Kimse rahatsız olmasın.. Çankaya'da ben varım ve cesedimi çiğnemeden şeriat gelemez..' diyen bir Demirel vardı.

(Buna rağmen, RP içinden ünlü bir ismin, '28 Şubat 1997 Muhtırası'nın reddedilmesi gerektiği' söylendiğinde, Erbakan'ın, 'Bizi buradan alıp asmaya götürseler arkamızdan 3 kişi bile gelmez..' deyişi yersiz değildi. Çünkü, Adnan Menderes'in idâm edilişinde, bütün toplumun, üzerine bir 'ölü toprağı' serpilmişçesine tepkisiz kaldığını bizzat o da yaşamıştı.)

***

Ama, 28 Nisan 2007 gecesi de TSK, eski alışkanlığıyla, yine bir 'muhtıra' daha yayınladığında Başbakan Tayyib Erdoğan'ın o 'muhtıra'yı nasıl reddettiğini ve kezâ, 15 Temmuz Darbe Hıyaneti'nde halkın ve liderinin nasıl tek yürek davrandığını, 'Allah'u Ekber!' sadâlarıyla o şirret yeniçeriliğin nasıl kırıldığını unutmamak gerekir.

Halk kitlelerinin vermediği bir yetkiyi, darbe yoluyla ele geçirenler ancak zorbalardır.

***