Her dünya görüşünün bağlıları, kendi öncülerini ‘güzel' görür

'Rivayet'lerde aktarıldığına göre, Hz. Ebûbekr, Hz. Peygamber (S)'i, 'İnsanların en güzeli' olarak nitelermiş; Ebû Cehl ise, 'insanların en çirkini..' diye..

Bu iki zıd değerlendirmeyi Hz. Peygamber (S)'e arzedenler, 'Her ikisi de doğru söylüyor. Ebû Cehl beni nasıl güzel ve Ebûbekr de nasıl çirkin görebilir?' meâlinde karşılık alırlarmış.

Evet, güzellik, gözde değil, görüştedir..

Âşık Veysel'in, 'Güzelliğin on par(a)etmez, bu bendeki aşk olmasa.' deyişi ne kadar ârifânedir.

*

Kezâ, 'Kimi zıddıyla bir araya koyarlarsa, onu Cehennem azâbına uğratmış olurlar.' denilmiştir.

*

Bir zamanlar, kemalist zorbalığın sembollerinden olup, tekebbüründen geçilmeyen ve 28 Şubat 1997 Askerî Zorbalığı günlerindeki uygulamalarından dolayı yargılanan ve haklarında verilen kararların Temyiz'de bozulmasından sonra tekrar hapse atılan eski bir Ordu Komutanı'nın, 'Gezi Hadiseleri'nin tahrikçisi ve tertipçisi gibi suçlamalarla 4 yıldır tutuklu yargılanmakta olan bir kişiye gönderdiği mesajda, o kişiyi 'Türkiye'nin aydınlık insanı' olarak nitelemesi ilgimi çekti.

Buna sebep de, o kişinin '28 Şubat döneminin (...) bir askerî darbe ya da darbe teşebbüsü olmadığı açıktır.' dedikten sonra, bu em. generale, "Sahte delillere dayanan Balyoz Dâvası çöktükten sonra Sayın (...) ve arkadaşlarının darbeye teşebbüs suçundan mahkûm edilmiş olmaları kabul edilemez; bu, yargının siyasî amaçlar için araç olarak kullanılmasına bir örnektir" diye bir mesaj göndermesi olmuş.

Bu mesaj karşılıksız kalır mı hiç?

Nitekim, 82 yaşındaki bu eski general de, "Türkiye'nin aydınlık insanı, (...)'nın hâlâ esaret altında olmasından üzüntü duyuyorum.. (Evet, esaret altında diyor, bu general eskisi, hangi düşmana esareti kasdediyorsa ve şöyle devam ediyor.) Sayın ...'ın, tutukluluğumla ilgili duyarlılığı beni duygulandırdı, bana moral verdi... Onun maruz kaldığı eziyetin de bir an önce sona erdirilmesi gerekir" açıklamasını yapmış.

Söz konusu Em. General ayrıca, "Ben burada kendimi bir nöbette hissediyorum. (...) Dilerim, "geliyor, gelecek olan" özdeyişi gerçekleşir; yurdumuz ve yurdumuzun güzel insanları esenliğe ve aydınlık yarınlara kavuşur. (...) ' dedikten sonra, devamla, '...demir parmaklıklar ardında olan Türkiye'nin aydınlık insanı'na (...)öteden beri duyduğum sevgi ve saygının şahsımla ilgili özel bir nedeni de var' diyerek, ilk tutukluluk döneminde Atlantik ötesinden gelen yardımlara işaretle, 'Ben ve silah arkadaşlarım Balyoz kumpasında tutuklu kaldığımız dönemde, sevgili kızım P. D. Rodrik ve eşi Dani'nin TSK'ya karşı kurulan komplonun somut delillerini açıklamak için (B. Amerika'dan) Türkiye'ye geldiklerinde, kendilerine bu imkânı veren tek iş insanı ve yılmaz insan hakları savunucusu (.... ...) olmuştur. Kendilerine bu imkânı sağladığı için müteşekkirim' diyor.

Yani, iki taraf da bir güzel ağırlamışlar, birbirlerini.

SP Gn. Başkanı T. Karamollaoğlu'nun bu General ve arkadaşlarının içerde olmalarından üzüntüsünü beyan etmesi boşuna değil, demek ki.

*

**

Ve, Dâr-ul'Aceze'de birkaç saat...

Milâdî-2021 yılının son günü Dâr-ul'Aceze'deydik. Dâr'ul-Aceze(Âcizler Evi) Başkanı Hamza Cebeci Bey, bir gün öncesinde, 'Yarın Cuma vaktinde, Meclis Başkanı Mustafa Şentop Bey de Dâr-ul'Aceze'yi teşrif edecek. Vaktin olursa... ' deyince, dostlarla gittik. Cuma Namazı da orada edâ olundu. (1890'da Sultan 2. Abdulhamîd'in fermânıyla yapımına başlanan Dâr-ul'Aceze'nin bahçesinin bir köşesinde bulunan küçük ve zarif mescid, o mekâna ayrı bir güzellik katıyor. Bahçenin bir köşesinde de, bir küçük kilise ve bir de sinagog bulunuyor. Şimdi, bu mekânda hristiyan ve yahudî sâkinler olmadığı için, âbidleri /ibadet edenleri yok, haliyle.

Ama, 130 sene öncelerde bile, hangi incelikler düşünülmüş.

Ki, sionist yahudiler, işgal ettikleri Filistin'de müslümanların mâbedlerini tahrib etmeye yönelirken; hristiyan toplumların başındaki rejimler de, İspanya ve Balkanlar'daki müslüman mâbedlerinden bir iz bırakmamak için hemen her eseri yok ettiler.

Namazdan sonra Dâr'ul'Aceze sâkinlerinin koğuşları, rehabilitasyon bölümleri ziyaret edilerek, onların zamanlarını değerlendirdikleri meşguliyet alanlarındaki el sanatları örnekleri görüldü.

Büyük Salon'a geçildiğinde, orada Dâr-ul'Aceze sâkinleriyle ziyaretçiler ve bağışçılardan kalabalık bir grup vardı.

Dâr-ul'Aceze yönetiminin hizmetleri ve geleceğe aid projeler üzerinde görüntülü bilgiler verildikten sonra, (İmam Hatib Lisesi mezunu ve de İslâm Hukuku alanında Prof. olan) Mustafa Şentop Hoca, Dâr-ul'Aceze ismindeki 'aceze' kelimesinin, âciz duruma düşmek mânasında, 'acz' kökünden geldiğine işaretle, insanların, bebek iken olduğu gibi, ileri yaşlarda, acze düşüp başkalarının yardımına muhtaç durumuna gelmelerine ve, İsrâ Sûresi'nin 23-24'ncü âyetlerinin bu hususlara dikkatimizi çektiği etrafında bir konuşma yaptı. Kur'an-ı Kerîm'in, yaşlanmak dediğimiz konuya, yaşlılık olarak değil, -kebir-ekber gibi kelimelerin de kökü olan- 'kibr' kelimesiyle yaklaştığını ifadeyle; 'büyüklerimiz'in sadece dünümüzün değil, yarınımızın da zenginliğini oluşturduklarına değinerek; Kur'an hükmünce, onlara, hattâ 'Öff!' bile denilmemesi ve güzel sözlerle hitab edilmesi hususunda emrolunduğumuzu hatırlattı.

Rûhen ve fikren faydalı geçen birkaç saat sonra ayrıldık, Dâr-ul'Aceze'den..

*