Her ‘kemal'in bir ‘zevâl'i vardır, KK Bey! Ve bundan, sen de kaçamazsın!

KK Bey, direnmeye çalıştıkça hırçınlaşıyor... Hattâ, 75 yaşında bir 'hırçın ihtiyar' rolünde...

'Yenilen pehlivan güreşe doymaz' diye boşa denilmemiş... '6'lı Masa'dan netice itibariyle sadece seçim kazanamamak şeklinde değil, seçim sonunda kendi partisinin yediği, -haydi yumuşatarak söyleyeyim-, 'darbe' yüzünden, o cenahta derinden hissedilen siyaset bilmezlik suçlamasının acısıyla şimdi yeniden güreşe soyunmak havasında... İmamoğlu'nun, KK Bey'in son konuşmasından tatmin olmadığını açıklamasının ardından, KK Bey de dünkü son açıklamasında, 'İstanbul'u AK Parti'ye veremem...' gibi antika laflar ediyor ve 'Ben, evet parti disiplinine riayet ederim ama devlete ve millete karşı sorumluluğumu da unutmam...' diyerek, CHP liderliğine oynamak niyetini yarım ağızla da olsa açığa vuran İmamoğlu'na, 'Sen İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanısın. Ben İstanbul'u asla AK Parti'ye devredemem, sen kendi işine bak! Genel Başkanlık şehir idare etmeye benzemez.' diyerek, 'aba altından sopa gösteriyor... Hattâ, 'Seni, İstanbul Belediye Başkanlığı'na yeniden aday göstermem...' tehdidini de zımnen ifade etmiş oluyor.

KK Bey'in, partinin başından kolayca gitmeyeceği, vuruşacağı anlaşılıyor... En büyük güvencesi de, partisinin kurultayında oy kullanacak olan delegelerin 10 yıldır, yavaştan-yavaştan, kendisinin seçim öncesinde, 'Bu benim kimliğim...' diyerek işaret ettiği belli bir inanç grubuna ve de 'militan' solcu isimlerle doldurması ve böylece, koltuğunun altından kolayca çekilemeyeceğini düşünmesi... Defalarca dememiş miydi, 'CHP'yi yönetmek Devlet'i yönetmekten daha zordur...' diye...

Dahası, KK Bey'in aklı, o seçim yenilgisi acısından dolayı başka yerlerde...

'6'lı Masa' değil, '16'lı Masa'yı da kuracağız, Türkiye'yi kurtarmak için...' diyor. Mâlûm, 'Halka rağmen, halk için, Halk Partisi...' havası... Bu gidişle, KK Bey, hattâ, '116'lı Masa' kurmaya da hazırlanacağa da benziyor ve anlaşılıyor ki daha büyük yenilgileri de tatmak istiyor...

'6'lı Masa'da, sıfır koyup 38 milletvekili alan paydaşlarına heveslenen başka kimseleri de cesaretlendiriyor... Herhalde, partisinin geçmişte hep yenilmesine rağmen, seçimlere yine girmesine bakarak; şimdi bir de, 'kumar masaları'nı çoğaltarak, yine netice alınamayacağını tecrübî olarak ispatlamak istiyor... 'Ah, dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç.../

Bu son fasıldır, ey ömrüm, nasıl geçersen geç...' şarkısını okumaya çalışıyor gibi.

'Hesap uzmanı' olduğunu söylüyor da halkın da siyasette hesaplarının olduğunu bir türlü hatırlamak ve anlamak istemiyor... Ve anlayamıyor ki KK Bey veya bir başkası o partinin lideri olduğu müddetçe, hangi oyunları oynarlarsa oynasınlar; halkımızın ekseriyeti de, kendi aslî değerleriyle savaşmayı devrimcilik sanan anlayışlara taa baştan teslim olmuş kadrolara güven duymamaktadır. Bunu CHP'nin bütün başkanları bir türlü anlamadılar ve kendi dayatmaları karşısında halkın da direnme hakkının olmadığını göstermek istediler.

1930'da yapılan mahallî seçimde, Samsun'da Belediye Başkanlığı'nı -bir danışıklı dövüş olarak sahneye sürülmüş olan- Serbest Fırka kazanınca bile, kimlerin nasıl küplere bindiğini ve Samsun'a giderek, o Belediye Başkanı'nın derhal istifa etmesini istediğini hatırlayalım.

*

Kaldı ki, seçimlere girenler, yenmeyi umarlar ama yenilme ihtimalini de baştan göze almalıdırlar. KK Bey, unutmamalı ki çok örnek aldığını söylediği Avrupa'da, seçimleri kaybedenler, yeni yenilgilere hazırlanmak yerine, hemen istifa ederler... İngiltere'nin 2. Dünya Savaşı'ndan zafer kazanarak çıkmasında çok etkili rolü olduğu kabul edilen Winston Churchill, savaş sonrasında yapılan ilk seçimde kaybetmiş ve hemen istifa etmişti. Kezâ, Fransa'nın ünlü lideri General Charles De Gaulle (Şarl Dö Gol) 1968'de, Fransa şehirlerinin idarî yapısını değiştiren bir temel kanunu referanduma sunarken, 'Eğer halk bu referanduma hayır derse, bana olan itimadı kalmamış demektir ve hemen istifa ederim' demiş ve referandumu yüzde 49,5'la kaybedince, hemen istifa edip, köyüne dönmüştü...

Aynı şekilde, Almanya'da Helmut Kohl de 1980-96 arasında, 4'er yıllık 4 dönem başbakanlığı sırasında, Almanya'yı ekonomide ve diplomaside en güçlü duruma getirmişken ve üstelik de '2. Dünya Savaşı' sonunda Doğu ve Batı Almanya diye iki devlete bölünmüş olan ve o anormal durumun 45 seneyi bulan nice acılarına tahammül ettikten sonra; o iki devleti, 2. Dünya Savaşı'nın galip devletlerinin şaşkın bakışları arasında tek kurşun atmadan, ekonomik ve diplomatik gücüyle birleştirmişken; 5'inci kez girdiği seçimde yenilgiye uğramış ve hemen kenara çekilmişti.

Bizim KK Beyimiz ise, yeni yenilgi acılarından ve dayak yemekten zevk alan 'mazoşist' tepkiler veriyor. Evet, bazıları zulmetmekten, 'sadist'likten zevk alır, bazıları üst üste dayaklar yemekten zevk alır... KK Bey de galiba bu psikolojik hal üzere...

Halbuki, malûm çirkinlikler sonunda, hesapta olmayan bir şekilde partisinin başına geldiğinde, kendisine, 'Seçimlerde oylarınızı artıramazsanız istifa eder misiniz?' şeklinde açıkça sorulan suallere, 'Dikkat çekici bir artış sağlayamazsam, elbette, istifa ederim...' diyordu. Partisinin başına geldiği sırada ve rejimin kurucusu olmayı en büyük gururu kaynağı olarak devamlı vurguladığı 90 yıllık CHP'nin oyları yüzde 23-25 sınırlarındaydı.

Şimdi? Yine yüzde 25...

KK Bey ise, kendi partisinin aldığı oya değinmeden, AK Parti'nin, 21 sene önceki sınırlarına, yüzde 35'lere geriletildiğini söylüyor...

Burası doğru... Ve belki de son konuşmasının en doğru tarafı, burası...

Ve bunu biz, seçim sonrası yazılarımızdan birisinde de belirttik. 'Halkımız, AK Parti teşkilatlarına 'sarı kart' gösterdi.' dedik; ama halkımız, bütün o oyunları elinin tersiyle bir kenara itti ve 'Tayyib'lerine sahip çıktı. Evet, halkımızın dualı dudaklarındaki 'Tayyib', onların kendi içlerinden birisi gibidir. Bunu KK Bey'in anlaması çok zordur...

*

KK Bey, AK Parti'nin yüzde 49,5'lardan yüzde 35'e geriletildiğini kendi başarısı olarak gösterirken, kendilerinin, üstelik de kendi partisinin listesinden giren 4 Parti'nin kendilerine oy atılımı yaptıracağını umuyordu. Ama yine 25'te kaldı. Ne var ki, Tayyib Bey'in yüzde 52,2 ile Başkan seçildiğini görmezlikten gelip AK Parti'nin zayıflatıldığını belirtirken; kendi partilerinin yerinde saydığını zikretmiyor da, kendisine Başkanlık seçiminde o verilen yüzde 48'i büyük oy patlaması olarak sunuyor kamuoyuna...

Halbuki, herkes de biliyor ki, Tayyib Bey'e verilen yüzde 52 oy, kerhen değil, yürekten verilen oy idi... KK Bey'e verilen oylar ise, içeriden ve dışarıdan malûm güç odaklarının daha bir palazlandırmaya çalıştığı 'Tayyib nefret ve düşmanlığı'nda bir araya gelenlerin oylarıydı... HDP, İP ve bütün solcu ve Kemalist-laik çevrelerin bir araya geldiği ama KK Bey'in partisine sempati duymayan odaklardan da geliyordu.

SP, GP, DEVA ve DP gibi müttefik partilerin seçmenlerinden CHP'ye gelen oy, anlaşılıyor ki hiç denecek derecede... Babacan, 'Bizim CHP'ye katkımız en az yüzde 4 olmuştur' diyor... Temel Efendi'nin çevresi de en azından yüz 3-4 oylarının olduğundan söz ediyordu... Bir 'enâniyet küpü' olduğu söylenen bir diğerinin çevresi de en azından yüzde 3-4 oy potansiyellerinin olduğundan söz ediyordu. Yani, bu 3 partinin CHP'ye getirdiği oy, iddialarına göre en azından yüzde 10 idi... Aldıkları 35 milletvekilliğini bile kendi oylarının karşılığı olarak niteliyorlar. Eğer bu iddialar doğru ise, CHP'nin oyları yüzde 25 değil, yüzde 15 kadardır...

Halbuki son anda 'Cumhur İttifakı' içinde yer alıp Tayyib Bey'e destek vereceklerini açıklayan Fatih Erbakan'ın YRP'si, o ittifak içinde kendi isimleriyle girdikleri seçimde yüzde 3 civarında oy ve karşılığında da, 5 milletvekili kazanabildi. Temel, Babacan ve Davutoğlu taifesi ise, belki de yüzde 1'i bile bulmayan 'oy'ları ile tam 35 milletvekili kazandılar. KK Bey, bu durumu bile partisinin kurultayındaki delegelere kabul ettirebilirse, 'ideolojik kemikleşme'yi bir de mezhebî harçla daha bir güçlendirmiş olacaktır ve bununla iftihar edebilir.

Şimdi, CHP teşkilatları da KK Bey'in hesap uzmanlığını hesap ediyorlar, 'kedi-ciğer' hikâyesiyle birlikte... Ama, yine de, her ne olursa olsun, KK Bey'e, siyasî 'zevâlinin yaklaştığı'nı hatırlatalım.

*