ABD’nin Ortadoðu’ya giriþi Avrupalý güçlere kýyasla epeyce geç bir tarihin hadisesidir. Bundan dolayý yakýn zamanlara kadar bölgeyle ilgili tasarruflarýný daha ziyade Britanya adasýnda mukim akrabalarýyla ortaklýk yoluyla, yani “birimizin parasý, öbürümüzün aklý” anlayýþýyla bir araya gelmeleriyle gerçekleþmiþtir. Sonradan boynuz kulaðý geçmiþ olsa da belirli alanlarda ortak çalýþmaktan vazgeçmelerini gerektirecek kadar ciddi bir problem yaþamamýþlardýr hiçbir zaman.
Birkaç küçük istisna var. Süveyþ Savaþý bunlardan biri... Nasýr’ýn 1956’da Süveyþ Kanalý’ný millileþtirme kararý üzerine Ýngiltere, Fransa ve Ýsrail -yani ABD’nin en yakýn müttefikleri- hep birlikte Mýsýr’a savaþ açýp Süveyþ’i ele geçirmiþler; bu oldubittiyi kabul etmeyen ABD ise Sovyetler’le bir olup kendi müttefiklerinin Mýsýr topraklarýndan çýkarýlmasýný saðlayarak bölgenin yeni patronunun kim olduðunu dünyaya gösterme fýrsatý bulmuþtu.
Zaten Amerikalýlar daha en baþta bölgenin idaresini Londra’dan devralýrken Ýngilizlerin buradaki ittifak iliþkilerini de aynen devralmak yerine kendi ittifak sistemlerini kurmaya yönelmiþlerdi.
Haddizatýnda Ýngilizlerin bu bölgedeki mutemetleri Þerif Hüseyin ve ailesiydi. Birinci Dünya Savaþý sýrasýnda ve ertesinde petrol coðrafyasýnýn kontrolünü ele geçirmek için Ýngilizler bu aileyle iþbirliði yaptýlar. Hizmetlerinin karþýlýðýnda Arap-ve hatta Ýslam- dünyasýnýn yönetimini teklif ettiler. Þerif ve oðullarý Araplarýn kralý, Müslümanlarýn halifesi olacaklardý.
Ne var ki Ortadoðu’nun galipleri arasýnda paylaþýldýðý ilk dünya savaþýndan kýsa bir süre sonra bölgede varlýk gösterme çabasýna giriþen Amerikalýlar Þerif Ailesi’yle deðil, Suud Ailesi’yle iþ yapmayý daha uygun gördüler.
Roosevelt 1945 Þubatý’nda dünyanýn yeni baþtan paylaþýldýðý Yalta’dan dönüþü sýrasýnda Süveyþ’te demirli USS Quincy isimlibir Amerikan kruvazöründe Suudi kralý Abdülaziz’le buluþur ve çok basit formülasyonlu bir anlaþma gerçekleþir iki ülke arasýnda: Petrolün denetimi karþýlýðýnda ailenin hükümranlýðýna güvence.
Ýki ülkenin iliþkileri en baþta belirlenen þartlar çerçevesinde uzun ömürlü bir ittifak olarak bugüne kadar geldi gerçi ama þu gerçeði de gözden kaçýrmamak lazým: Amerikalýlarýn Ýngilizlerden farký var. Kalýcý dostluklar kurmayý beceremiyorlar kuzenleri gibi. Bir süre biriyle flört ediyorlar; onunla iliþkileri bozulmaya yüz tutunca hemen bir baþka dost bulup iþi kaldýðý yerden onunla sürdürüyorlar. Sonra o dostluk da bozulunca vakit kaybetmeden bir baþka iliþkiye yelken açýveriyorlar!
Ýngilizlerin dostlarý ve dostluklarý kolay kolay deðiþmiyor. Hatta ülkelerin rejimleri deðiþse bile el altýndan iliþkileri sürdürmenin yolunu buluyorlar bir þekilde. Amerikalýlar ise ordan oraya uçuþan kelebekler gibi bir o çiçeðe bir bu çiçeðe konuyorlar. Çapkýn denizciler gibi her limanda bir baþka müttefik buluyorlar.
Þaka bir yana, ABD’nin son elli sene boyunca sadece Ortadoðu bölgesindeki ittifak iliþkilerine bakarsanýz daldan dala konan uçarý bir müttefik portresiyle karþýlaþýrsýnýz. Sözgelimi Mýsýr bir geliyor, bir gidiyor. Ýran bir gecede en büyük düþmana dönüþüyor. Sonra da bu geliþmelere karþý “palyatif tedbirler” gündeme geliyor. Diyelim ki Mýsýr saf deðiþtirince Nasýr’ýn en büyük kozu olan Arap milliyetçiliðini dengelesin -ve ayný zamanda Ýsrail’in güvenliði teminat altýna alýnsýn- diye Suudilerin “Selefi Ýslamcýlýðý”nýn yayýlmasýna destek veriyor. Ama sonra El Kaide derdiyle karþýlaþýnca da hemen baþka arayýþlara giriyor. Ýran karþý tarafa geçtiðinde ise bu sefer yine Suud kontrolünde bir Arap milliyetçiliðini devreye sokmaya çalýþýyor.
Þimdi Ýran’la yeniden arasýný düzeltirse bölgedeki dengelerle tekrar nasýl oynayabileceði tamamen meçhul...
Züccaciye dükkânýna giren fil gibi hareket eden bir küresel güç var karþýmýzda. Dikkatli olmak lazým!