Her ölüm sizi devrime biraz daha yaklaştırıyor, devam koçlar!

Biri, kepenk kapatmış... “Cenazemiz var, bugün yazı yazamayacağım” notunu düşerek...

Hayatında “hayır” hanesine yazılacak hangi işi gerçekleştirdiğini, hangi itibar penceresinden baktığını, hangi değer tercihlerine sahip olduğunu, hangi yaralı parmağa işediğini bilmediğimiz biri...

Bir başkası, faturayı, “mezarına bile tükürülemeyecek” birine, Erdoğan’a kesmiş... Tükürmesinler diye, TOMA’lar bekleyecekmiş mezarının başında...

Bu adamlar “serinkanlı” muhalefet yapıyor... “Bizim kimseye karşı önyargımız yok” buyuruyordu Aydın Doğan; muhalefete de, iktidara da eşit mesafede olduklarını söylüyordu...

Kendi gazetesini okumuyor galiba Aydın Bey; muhalefet etmekle düşmanlığı birbirine karıştıran memurlarını görmüyor...

Biri, üç parçalı köşesinde her gün üç adet; diğeri yedi parçalı köşesinde her gün yedi adet “çaktı yazısı” yazıyor.

Hepsi de düşmanca yazılmış “hastalıklı” yazılar.

Paralel yapılara ve devlet içindeki çetelere de toz kondurmuyorlar...

Karşılığında da eşek yüküyle para alıyorlar Aydın Bey’den...

Erdoğan berbat bir adam, Kemal Kılıçdaroğlu ise şahane ve mükemmel, “Bir boksör gibi gözlüyor rakibini, muhteşem konuşmalar yapıyor...” İşte Aydın Doğan’ın tarafsız ve herkese eşit mesafedeki yazarları...

Basının haysiyetsiz kesimi böyle yapar da, “haysiyetli” işadamları geri durur mu? Gezi’nin çapulcusu, Berkin’in cenaze töreni vesilesiyle bir tamim göndermiş mağazalarına; “İnternet şifrelerini kaldırın, tüm mağazalara yiyecek içecek depolayın...”

İnternet şifrelerini kaldırın ki, eylemciler arasında “muhabere” sağlansın... Devrime giden yolda üç beş kuruşun lafı mı olur?

İşbu “çapulcu”, Gezi sürecinde Divan Oteli’nin üstlendiği role talip olduğunu ilan ediyor: Devrimcilere yiyecek içecek gerekli...

Daha önce de yazmıştım...

Daha önce kaç kez yazdım, hatırlamıyorum bile...

Basının haysiyetsiz kesimi zannediyor ki, Gezi Parkı eylemleri sırasında hayatını kaybeden insanlar için, halkın bir kesimi “Oh olsun” diye sevinç naraları atıyor. Utanmadan, Berkin’e de bu tarifenin uygulandığını yazıp çiziyorlar.

Haberlerini böyle sunuyorlar...

Bunu demeye getiren yorumlar

yapıyorlar.

Paralel destekçileri de benzer şeyler yazıp çiziyor... Nasıl güzel bir koalisyon oldular. Ne de güzel yakışıyorlar birbirlerine.

Hürriyet gazetesinde yazan bir zavallı da, fırsat düşürdükçe, hayatını kaybedenler üzerinden, “karşıt barikat” yorumları yapıyor...

Bu arkadaşı okuduğunuzda şöyle bir çıkarım yapıyorsunuz:

Her ölüm, “oleeeyyy” çığlıklarıyla karşılanıyor halkın bir kesiminde. Kafayı yemiş ve gözünü kan bürümüş bir “yandaşlar topluluğu”, polis gazı bastıkça “Erol Taş kahkahaları” atıyor, TOMA’lar saldırdıkça zevkten dört köşe oluyor, “Ali İsmail Korkmaz öldü” haberi gelince mutluluk gözyaşları döküyor.

Böyle şeyler yazıyorlar...

Böyle olduğunu varsaymamızı

istiyorlar.

Böylesine alçak adamlar...

Hâlâ ölümler üzerinden küçük hesaplar yapıyorlar.

Hâlâ ölümler üzerinden “hükümet devirmece” oyunu oynuyorlar.

Hâlâ ölümler üzerinden “devrim” hayalleri kuruyorlar.

Hâlâ ölümler üzerinden “demokrasi sandık demek değildir” nutukları atıyorlar. (Hasan Cemal’in kulakları çınlasın!)

Her ölüm, onları devrime biraz daha yaklaştırıyor... Böyle düşünüyorlar.

İşte karşıt barikatlardan da ölüm haberleri gelmeye başladı... Burak Can Karamanoğlu da öldü.

Daha kaç kişinin ölmesi gerekiyor?

Kaç ölü işinizi görür?

Diktatörden kurtulmak için daha kaç canı ateşe süreceksiniz?