'Her þey'e talip bir dindarlýk

Ýstanbul'da çok da merkezi bir muhitte, ünlü bir müzenin önüne, bir posta kutusu koymuþlar, mektup atýlsýn diye. Ama insanlar anlayamamýþlar ne olduðunu... Mektup atýlacak ince aralýktan içeri plastik su þiþeleri, madeni gazoz kutularý, naylon poþetler týkýþtýrýlmýþ. Posta kutusu, öyle sessizce kaderine razý duruyor Sultanahmet Meydaný'nda. Mektupsuz ama "her þey'li"..

Otuz beþ yaþ ve üstü için çok deðerliydi mektuplar. Ahmet Mithat Efendiyi okuduðunuzda, þehir hatlarý vapurlarýnýn arka güvertesindeki geniþ sahanlýðýn ''mektup masalarý''yla tefriþ edildiðini öðrenirsiniz mesela. Ben üniversiteye giderken vapurlarda mevki sistemi kalkmýþtý, bir zamanlarýn kibar ve birinci sýnýf, lüks mevki kimselerinin mektup yazdýðý o masalarda biz yoksul öðrenciler ders çalýþýrdýk. Mektup yazan son nesiliz biz galiba, mektup, bu þehirden kalkalý epey oluyor. Belki insanlarýn mektubu yok artýk, ama her þeyi var. Her þey'li olmalarýna raðmen yine de yalnýz, yabancý ve mutsuz insanlar...

*** 

Dünyevileþmenin tartýþýlacaðý birkaç günlük bir beyin fýrtýnasýna katýlacaðým. Baþarýya, refaha, malik olmaya odaklanmýþ zihinleri, politik duruþlarý ne kadar farklý olursa olsun birbirine yakýnlaþtýran, benzeten bir büyü var... Yani daha dindar olanlarýn, daha az dünyevileþeceðine dair bir kesinlik yok elimizde. Tam aksine uzun yýllar maðlubiyetin, geri kalmýþlýðýn ve yoksulluðun simgesi gibi gözüken dindarlýk resmini deðiþtirmek adýna çok önemli merhaleler aþýldý... Neredeyse yüzyýllýk bir aþaðýlýk kompleksiyle, hem ihtisas sahibi olmanýn, kompetanlýðýn, baþarýnýn, hem de ilerlemenin, varsýllýðýn öncülerini çýkartmaya azmettik mütedeyyin kesim olarak. 

Dünyevileþmenin seküler bir içeriði var oysa. Yani dikine bir yarýlma. Dikine yarýlma deyince 

benim kalbim kanar, Hz. Zekeriyya'yý hatýrlarým. Hz. Meryem ile kucaðýndaki yavrusunu zalimlerin þerrinden kaçýrtarak, kurtulmalarýna vesile oldu diye, yakalanmýþ ve baþýndan ayaklarýna doðru bir keskiyle ikiye yarýlarak þehit edilmiþtir. Niçin baþka türlü infaz edilmemiþtir de buna reva görülmüþtür bu aziz Peygamber... Çünkü o merhametiyle mümeyyiz bir nebiydi, yufka yürekliydi, fedakardý. Onu þehit edenlerse, dindar görünümleri ardýnda güce talip kimselerdi, ilimleri vardý, geleneði temsil ettiklerinin süslerini taþýyorlardý ama ihtirastan simsiyah kesilmiþ haldeydiler. Dünyaya batmýþlardý. Dünya onlarýn akýllarýný baþlarýndan almýþtý... Her þeyi ikiye bölüyorlardý; ''bu kýsým Tanrý'nýn, bu kýsým ise bizim'' diyerek... 

Bu ikiye bölünüþ, geride hiçbir sayý býrakmaz aslýnda, bundan sonrasýnda ne Tanrý eski Tanrýdýr, ne de insan eski insan... Ýnsan, ancak her þey'li olduðu sürece, huzurlu ve mutmain olabilecektir. Her þeyin sahibi olabildiði sürece baþarýlý addedilecek, bu baþarýyý elde edebilmek için her türlü rekabete girecek bir insan ve sistem vaat eder sekülerizm. Bu bir iktidar kalburudur ayný zamanda, ancak güçlü olabilenlerin arasýnda kurulabilecek diplomatik algoritmaya da, ''hümanizm'' diyoruz. Yani kalburun üstünde kalmýþlarýn, yani birbirine benzeyenlerin birbirine tahammül etmesi ortamýdýr bu... Numaradan baþka bir þey deðildir hümanizm! 

Böylece yeni bir toplumsallaþma kurulur nesneler üzerinden. Tükettiðimiz nesnelerin, markalarýn benzeþimiyle birbirimizi kabul ederiz. Bir þeyi deðerli buluþumuz o þeyin fiyatýna endekslenir giderek. Rolex marka saatle, 'cihad' tebliði sunulabilir mi, sunulsa bile karþýlýðý olur mu... Çok büyük sözler söylüyoruz mesela. Büyük iddialarýmýz var ama bankalara daha çok saygý duyuluyor. Din, giderek gerçek üstü bir rüyalar alemine çevriliyor bizim ellerimizle...  

Baþýmýzdaki örtüye asgari ücretin üzerinde bir para ödemiþsek mesela, bunun 'hicab' olduðundan ne kadar söz edebiliriz. Veya her ay elli öðrenciye burs veriyor oluþunuz, hidro elektrik santral kurmak adýna tabiatý talan ettiðiniz gerçeðini tolere edebilir mi... Kýzýnýzýn 28 Þubat maðduru olmasý, þehrin ortasýna birer trol gibi diktiðiniz gökdelenleri meþru hale taþýyabilir mi...

"Deðerli olan nedir" diye soruyor þehrin ortasýndaki o zavallý posta kutusu, o dilsiz haliyle bize... Ýletiþimin bu kadar yüksek ve hýzlý olduðu bir süreçte, insanýn insana yabancýlýðý had safhada. Nasýl bir paradoks bu...