Hıçkıran bebekler nasıl hırsız oluyor?

İnanılır gibi, akıl alır gibi değil.

Gözlerimle görmesem inanmazdım…

El kadar bir bebeğe hıçkırık tutunca evdeki bir aile büyüğü şöyle diyor.

“Bu çocuk hırsız, bir şey çalmış”.

Söylenene inanamıyorum, dahil oluyorum.

“Nasıl yani?”

Gülüyor bu kez.

“Bizde böyle denir hıçkıran çocuğa, hırsızlıkla suçlanınca bir anda korkar, şok olur, böylece hıçkırığı geçer.”

Çok söz geçti aklımdan o anda ama tuttum kendimi, hiçbirini söylemedim.

Ben geç öğrenmiş olsam da belli yaşın üstünde birkaç kişiye sorduğumda bunun eskiden beri uygulanan bir gelenek olduğunu öğrendim.

Düşünsenize bir hapşırık uğruna hırsızlık ithamıyla karşılaşan çocuğun bu eyleme karşı eğilimini, düşünsenize iftiraya uğramanın onda oluşturacağı tahribatı, düşünsenize insanlara güvenmekle ilgili yaşayacağı sorunu.

Bugün sokakta gördüğümüz, beraber çalıştığımız, arkadaşımız, patronumuz ya da çalışanımız; belki de bizler, çocukluğumuzda böyle travmatik tuhaflıklar yaşamışız, bugüne böyle gelmişiz, farkında mısınız? Bugün sorun yaşadığınız birçok insan, ya da birçok insanla sorun yaşarken siz, belki de o sorunların kaynağı, kökeni çocuk ile küçükken kurulan iletişim ve söylenen sözler.

Sadece bu değil; çocuklara yapılan şakalar, korkutmalar bununla sınırlı değil;

Seni çingenelere vereceğiz, onların çocuğu ol.

Sen bizim çocuğumuz değilsin, evlatlık aldık seni.

Gideyim de annesiz kal…

Sen gel bizim çocuğumuz ol (Bu da başka ailelerden)

Bu ilacı içmezsen doktoru çağırıp iğne yaptıracağım sana.

Çoraplarını giyin yoksa çocuğun olmaz.

Uyumazsan öcü gelir.

Yemezsen arkandan ağlar.

Polis amcaya veririm seni.

Sünnetçiyi çağıracağım.

Gideyim de başkalarının annesi / babası olayım.

Allah aşkına, çocuk mu yetiştiriyoruz yoksa psikopat mı?

Ne yapsın istiyorsunuz bu çocuk ileride? Bu travmalarla nasıl sağlıklı bir birey olarak yetişsin?

Bırakalım Danimarka’daki eğitim sistemini filan, çok daha öncesinde aile eğitimini, çocukla iletişimi doğru kuralım.

Yoksa, yemezsen arkandan ağlar, uyumazsan öcü gelir, sünnetçi kökünden kesecek korkularıyla okul çağına gelen çocuğu Danimarka Milli Eğitim Bakanına da teslim etsek boş…

*      *      * 

KİMSESİZ ÇOCUKLAR TÜRKİYE’Yİ KURTARABİLİR

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’mıza bağlı yetiştirme yurtlarına, çocuk esirgeme kurumlarına ve sevgi evlerine zaman zaman gidiyorum.

Orada gördüğüm bir şey  var, aileden yana yüzü gülmemiş bu çocukların çok önemli ve başka çocuklarda olmayan bazı özellikleri var.

Mesela bu çocuklar tutumlu olmayı, kontrollü olmayı öğreniyorlar çünkü erken yaşta olgunlaşıyorlar.


Mesela ilgiye hasret oluşlarından dolayı kendilerine ilgi gösterildiğinde ailesiyle yaşayan ve hiçbir yokluk/eksiklik görmemiş bir çocuktan kat be kat daha fazla şükran ve minnet duygusu besliyor, çok sadık oluyorlar.

Zorluğu, yokluğu bildikleri için ellerindekinin ya da işlerinin kıymetini çok iyi biliyorlar.

Kendilerine yetebilmeyi öğrendikleri için edilgen bireyler olmuyorlar. Her işlerini kendi başlarına halledebiliyor, bu sayede muazzam becerikli ve çalışkan bireyler oluyorlar. Tuttuklarını koparıyorlar.

Hayattan beklentileri çok düşük, o nedenle küçük kazanımlarla çok mutlu olabiliyorlar. Yani ailesinde her şeyi görmüş ve ailesinden kimseyi kaybetmemiş bir çocuk 300 bin liralık jeep ile mutlu olabiliyorken onlar bir koca çocukluğu kendilerine ait bir küçük odaya sahip olma hayaliyle geçirmiş olabiliyorlar. Ya da bir çift spor ayakkabısı hayatta aldıkları en güzel hediye olabiliyor.

ŞİMDİ GELELİM ÖNERİME;

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığımıza, özellikle de bakanlığı temsilen Sayın Fatma Betül Sayan Kaya Hanımefendiye bir önerim var.

2012 yılında 14 bin çocuğu sevgi evlerine almaya yönelik bir proje yaptınız.

Toplamda da 60 bine yakın çocuğa sahip çıkıyorsunuz. Bu çocukların da 18 yaşından sonrasına dair planları oldukça zayıf oluyor ama bakanlığınız 18 yaşına kadar olan kısmı kapsıyor.

Bu çocukların yukarıda bahsettiğim yetenekleri disiplin gerektiren işleri yapabilmelerine olanak tanıyor.

Gelin, bu çocuklardan matematik zekası yüksek olanları yazılımcı olarak yetiştirelim. Çok kısa sürece çözecek ve bu işe gönül vererek, aile eksikliğinin yerini bu işle doldurarak tahmin edilenden de kısa sürede çok iyi maaşlarla çalışan ve toplumda kendisine saygın bir yer bulabilen bireylere dönüşebileceklerdir. Bu çocuklardan oluşan bir yazılımcı ordusu Türkiye’ye bugünün dünyasında gözümüzün önünde cereyan eden Siber Savaşta müthiş güç sağlar, yazılım ihracatına katkı sağlar.

Matematik becerisi düşük olan çocuklarımızın da sanayide, üretimde ara eleman olarak yetiştirilmesini sağlayalım. El becerileriyle çıraklıkla başlasınlar. Bugün sanayi kuruluşlarının tamamı yetiştirilmek üzere eleman arıyor da bulamıyor. Birçok genç işsiz olmasına rağmen “Bunca yıl sanayide çalışmak için mi okudum” diye başvurmuyor bile. Bu boşluğu da kimsesiz çocuklar doldurabilir.

Önerimi tüm kamuoyuna sunuyorum.

Düşünmeye, üretmeye, kafa yormaya devam...