‘Hilafetin kaldýrýlmasýný Ýngilizler mi istedi?' sorusuna cevap; ‘Þeyy, yânii, Iýýý..'

Evet, çetin bir soru.. Çünkü bu yol üzerinde mayýn döþeli olduðu, ap-açýk..

'Hilafetin Ýngilizlerin isteði üzerine mi kaldýrýldýðý'na dair bir soruya verilen cevabý yansýtmaya çalýþan bir videoyu baþtan sona izledim, geçen hafta.. Soru, bir gazeteci tarafýndan, yakýn geçmiþte, 'Türkiye'nin son 100 yýlýný özgür olarak tartýþmak mümkün deðildir..' diyen bir ünlü tarihçiye.. O da, cevap vermekten çok, vermemek istercesine sözler ediyor. Bu yüzden, bu gibi iddialar konusunda daha net bir þeyleri, Feylesof Rýza Tevfik'in hâtýrâtýndan aktaralým.

Siyasette etkin olduðu yýllarda, 'Feylesof' diye anýlan Rýzâ Tevfik, Ýstanbul Dâr'ul-Funûnu'nun (yani, Fenler Evi'nin; ya da, Avrupalý gözükmek sevdâsýyla, 1933'den sonraki yeni adýyla, Ýstanbul Üniversitesi'nin) Reisi idi, (bugünkü isimlendirmeyle Rektörü..) Bu açýdan, onun hâtýrâtýnda anlattýðý hususlarýn ayrý bir deðeri vardýr.

Ki, 'Feylesof'umuz, 2. Meþrutiyet yýllarýnda da ateþli bir muhalifi olduðu Sultan 2. Abdulhamîd'in 'hal'inden, saltanat makamýndan uzaklaþtýrýlmasýndan sonra yaþananlarý görmüþ ve aklý baþýna en azýndan o zaman gelmiþ ve önde gelen simâlarýndan olduðu 'Ýttihad- Terakki'den de uzaklaþmýþ ve ayrýca, 'Sultan Abdulhamîd'in Rûhaniyetinden Ýstimdâd' adýyla ve 'Padiþahým gelmemiþken yâd'a biz, /Ýþte geldik senden istimdâd'a biz.. ' diye baþlayan meþhur þiirini de yazmýþtýr.

'Nerdesin þevketlum, Sultan Hâmid Han?

Feryâdým varýr mý bârigâhýna?

(...) Târihler ismini andýðý zaman,

Sana hak verecek, ey koca Sultan;

Bizdik utanmadan iftira atan,

Asrýn en siyâsî Padiþâhýna!

'Pâdiþah hem zâlim, hem deli..' dedik,

Ýhtilâle kýyâm etmeli dedik;

(...)

Dîvâne sen deðil, meðer bizmiþiz!

Bir çürük ipliðe hülyâ dizmiþiz!

Sâde deli deðil, edepsizmiþiz!

Tükürdük atalar kýblegâhýna

Bunlar halký didik-didik ettiler,

Katliâma kadar sürüp gittiler,

Saçak öpmeyenler, secde ettiler,

Bir âsi zâbitin pis külâhýna!

(...)

Türk'ün ruhu zorla âsî göründü,

Hem Peygamberine, hem Allah'ýna..'

gibi son derece düþündürücü, uzuuun bir özür dileyiþ þiiri yazmýþtýr. O þiiri okumamýþ olanlarýn, Ýnternet'ten indirip okumalarý tavsiye olunur. Þiirde, altýný çizdiðim 'Bir âsî zâbitin..' ibaresi yerine, kim kast olunuyorsa, dâva konusu olmamasý için, ilk önce, (... ...) konulmuþtu; hece veznine ve kafiyeye uygun þekilde.. Nitekim bu þiir ilk olarak Büyük Doðu dergisinde yayýnlanmýþtý.. Merhûm Necip Fâzýl, soruþturmada, noktalý yerde 'Enver ve Cemal'in..' diye yazýlmýþ olabileceðini düþündüðünü söylemiþti.)

*

Bu 'mukaddeme' mahiyetindeki bu sözlerden sonra, 'Feylesof'umuzun hâtýratýný -özetleyerek- aktaralým:

'Feylesof'umuz, siyasî faaliyetlerden kenara çekildikten sonra Ýngiltere'de tahsilde olan oðlunu da görmek için Londra'ya gider.

Bu arada, 2. Meþrutiyet öncesinden beri Ýstanbul'da Ýngiliz sefiri olarak hizmet gördükten sonra emekliye ayrýlýp Londra'ya dönen eski dostu Lord Nicolson'u da görmek ister. Ancak, Lord Nicolson, ona soðuk davranýr. Rýzâ Tevfîk de bunun sebebini sorar.

Nicolson da der ki: 'Rýzâ Tevfîk, biz size, o kadar yardýmlarý, 'Kanun-i Esâsî'yi, (anayasayý) mer'iyete koyasýnýz, Meclis-i Meb'usân'ý açasýnýz..' diye deðil; Hýlâfet'i kaldýrasýnýz..' diye verdik..' der.

Rýzâ Tevfîk de, 'Lord cenaplarý, Hilafet makamý, Ýngiliz devlet-i fahimânesini niçin bu kadar ilgilendiriyor ki?' der.

Lord Nicolson da; 'Rýzâ Tevfîk, biz Malaya (Malezya ve civarýndan), Hindistan ve Afrika içlerine kadar 100'lerce milyon Müslümaný itaat altýnda tutmak için, her yýl, milyarlarca Ýngiliz lirasý harcýyoruz; ama, yine muvaffak olamýyhaqq oruz.. Sizin Halife-Sultanýnýz ise, ayný coðrafyalardaki Müslümanlara, bir heyetle, bir 'Selâm-ý Þahâne', bir de 'Hâfýz Osman Hattý ile yazýlmýþ bir Kur'an' gönderiyor, o 100 milyonlarý itaat altýna alýyor; biz iþte bu gücü kýrmak istiyorduk..' der.

*

Þimdi, sözün baþýna dönelim: Kendisine, 'Hýlâfet'in, Ýngilizler istediði için mi kaldýrýldýðý?' þeklindeki soruya ünlü ekran tarihçisinin verdiði cevap ilginçti.. Çünkü, yarým saate yakýn bir röportaj sýrasýnda, sadece bir kez 'Ýngilizler de istemiþtir' gibi bir ifadesi geçiyor. Gerisi, yýðýnla bilgiler..

Ne demek istediðini, kendisi biliyordur, herhalde..

*

NOT: Ýran Cumhurbaþkaný Ýbrahîm Reisî ile, 'seçkin bir diplomat' olan Dýþiþleri Bakaný Emir Huseyn Abdullahiyan'ýn, Azerbaycan Cumhuriyeti sýnýrýnda Ýlham Aliyev'le görüþme ve ortak bir açýlýþ töreninden dönerken, oldukça yüksek ve yoðun sisle kaplý daðlýk mýntýkalarda, dün öðle sonrasýnda bir helikopter kazâsýna uðradýklarý ve (bu satýrlarýn yazýldýðý geç saatlere kadar) henüz kazâ mahalline ulaþýlamadýðý bildiriliyordu. (Bizde de 15 sene önce, -merhûm- Muhsin Yazýcýoðlu'nun helikopteri kazâya uðrayýnca, kazâ mahalli olan karlý daðlara üç gün sonra ulaþýlabilmiþti ve o hadise etrafýnda hâlâ da neler yazýlýp çiziliyor.)

Þimdi de, bu kazâ haberinden sonra, Türkiye televizyonlarýnda saatlerce, öyle yorumlar yapýlýyordu ki, hayret ki, hayret!. Ýçerdeki iktidar kavgasýndan, diðer yetersizliklere kadar..

Bir Devlet Baþkanýnýn helikopterinin düþmesi, sanki ilk kez oluyormuþ gibi, 'Nasýl olur?' sualleri etrafýnda en uçuk komplo teori ve ihtimalleri... Öyle ki, 1986'da, Pakistan Devlet Baþkaný General Ziya'ul-Haqq'ýn uçaðýnýn saatli bombayla patlatýlmasý da hatýrlanamýyordu. 'Mâlûmâtfurûþ' yorumculara, 'Aman, dikkat!.' demekten insan kendisini alamýyor.

Kazâya uðrayanlara, 'Dünyevî ve uhrevî hayýrlý âkýbetler' dualarýmla..

*