Son günlerde basýnda Türkiye’ye eðitim için gelen yabancýlarýn sayýlarýna rastlýyoruz ve bu sayýlar epey kabarýk ama bunlarýn kýsm-ý azamý AB deðiþim programý Erasmus ile gelen öðrenciler, bu geliþme de son derece önemli ama daha önemlisi Türkiye’nin artýk dört yýllýk lisans öðretimi için ve çok daha önemli olmak üzere doktora öðrencisi çekebilmesi.
Ülkemize gelen lisans ya da yüksek lisans öðrencileri de yok deðil ama bunlarýn çok büyük bölümü Azerbaycan ya da Orta Asya Cumhuriyetleri çýkýþlý öðrenciler.
Bu konuyu iþlemeye gayrete ederken öncelikle iki noktanýn altýný çizmek istiyorum; bunlardan birincisi tüm dünyada yükseköðretimin seyri ile ilgili.
Yükseköðretim aþamalarýndan lisans aþamasý yani ilk üç ya da dört senelik bölümü artýk belirleyici olmaktan çýkýyor, bu aþama bir tür temel ve genel bilgileri alma ya da özümseme aþamasý olarak kabul ediliyor ve hiç tartýþmasýz doðrusu da bu.
Üniversite kavramýna anlamýný veren deðerler lisansüstü aþamalara ve özellikle doktora aþamasýna kayýyorlar; bugün Harvard Üniversitesi’ni Harvard, Cambridge’i Cambridge yapan deðerler aðýrlýklý olarak doktora aþamalarý, iyi ya da ortalamanýn üzerindeki üniversitelerin lisans aþamalarý da zaten büyük ölçüde benzeþiyorlar, içerik ve aðýrlýk olarak birbirlerine yakýnlaþýyorlar.
Üniversiteler arasýna fark koyan aþama artýk hiç kuþkusuz doktora aþamasý; Harvard dünyanýn en iyi üniversitesi ise bunu lisans aþamasýna deðil, doktora programlarýna borçlu.
Türkiye’nin iyi denen üniversitelerinin de lisans aþamalarý çok kötü deðil, hatta muhtemelen dünya standartlarýna yakýnlar ama sorun doktorada ortaya çýkýyor; örneðin, Boðaziçi Üniversitesi ile Harvard’ýn lisans programlarý arasýndaki kalite farký mevcuttur ama bu fark anlaþýlabilir, ölçülebilir bir farktýr, muhtemelen de iki ülkenin (Türkiye-ABD) ortalama sektörel verimlilik farkýnýn dahi altýndadýr ama sýra doktora programlarýný mukayeseye geldiðinde bu mukayese bile olanaksýzlaþmaktadýr, elimizde muhtemelen bu farký ölçebilecek bir aritmetik enstrüman bile yoktur.
Türkiye ise hala bu geliþimin, bu temel sorunun farkýnda deðil gibi duruyor zira hala toplumsal kaynaklarýn çok önemli bölümü lisans aþamasýna gidiyor, doktora programlarý dökülüyor.
Bir arkadaþ çýkýp doktoranýn (araþtýrma) küresel bir kamu malý olduðunu, her ülkenin bu aþamada baþarýlý olmasýna gerek olmadýðýný iddia edebilir, bu iddiaya benim de doðrusu bugün için net bir yanýtým yok ama öyleyse de “yapar gibi yapmayalým”, doktora programlarýný tümüyle bir süre kapatalým.
Ýkinci aklýma takýlan temel soru, birinci ile doðrudan alakalý, þayet doktora üretmeye devam edecek isek, gereklerini neden yapmadýðýmýz.
Türkiye’ye neden çinli, hintli, amerikalý, Ýngiliz doktora öðrencisi gelmiyor?
Buraya hintli, ingiliz doktora öðrencisi gelmiyor ise, üretilen doktoralara doktora demek mümkün müdür?
ABD üniversitelerinde, özellikle doktora aþamalarýnda çok sayýda çinli öðrenci eðitim görüyor ve bu durumu Çin’in geleceði için çok büyük bir artý olarak görüyor bazýlarý hatta sýrf bu nedenden Çin’in ABD’yi sollayacaðý iddia ediliyor.
Bendeniz bu iddiaya ancak gülebilirim; ne zaman ki en iyi, en parlak amerikalý, alman, hintli öðrenciler doktora yapmaya Çin’e giderler, bu iddia o zaman üzerinde düþünülmeye deðer hale gelebilir.
Doktora, araþtýrma aþamasý üniversite kavramýnýn özü haline geldi (bilgi ekonomisi); ya iyi doktora programlarý açalým, ya da en azýndan on sene için tüm doktora programlarýný kapatalým, on sene hazýrlýk yapalým, ondan sonra tekrar düþünelim.