“Hızır hoca güldü”

Bugün, İsmailağa Camii içerisinde bir hocaefendinin şehid edilişinin sene-i devriyesi. Hızır Ali Muratoğlu Hocaefendi, 17 Mayıs 1998 yılında, 28 Şubat zulüm rüzgârının oldukça sert estiği bir dönemde İsmailağa Camii içerisinde, ders halkasında talebelerine ders verirken silâhlı saldırıyla şehid edildi.

28 Şubat cuntasına yaptırılan büyük bir eylemdi. Hâdise bir deliye yıkıldı ve dosya kapatıldı. Cemaati Patrikhane bölgesinden uzaklaştırmaya mâtuf girişimler bununla da kalmadı. 2006 yılında da yine İsmailağa Camii içerisinde Bayram Ali Öztürk Hocaefendi vaaz verirken şehid edildi. Bu dosya da, tetikçinin telefon kayıtlarının incelenmesine gerek bile görülmeden Fethullahçı Terör Örgütü mensubu savcı ve hâkimleri marifetiyle kapatıldı.

Kilise veya havranın önünde kız kaçıran patlasa ortalığı velveleye veren ‘bizim mahallenin’ yazarları, televizyon yorumcuları cami içerisinde şehid edilmiş hocaefendilerden bahsetmezler. Onlar da haklı, bir getirisi olmayan cami cinayetlerinden niye bahsetsinler; kendilerine prim yapan senaryolarla gitmek gerek!..

Hızır Hoca’nın davasını kendilerine dert edinmiş gönüldaşları her ortamda O’ndan bahsediyor, dosyayı gündeme getiriyor. Ve 1998 senesinden bu yana, her ne kadar yetkililerden cevap alamasalar da aynı soruları soruyorlar.

Hızır Hoca aynı zamanda Furkan Dergisi’nin yazarlarındandı. Yazılarının yanı sıra şiirlerini de Furkan Dergisi’nde yayımlardı. İlâhî takdir, Hızır Hoca iman esaslarını anlattığı yazı dizisinin son bölümü dergide yayınladığı ay, Mayıs 1998’de şehid edildi. O bize inanmanın ne olduğu anlattı ve Rabbine şehid olarak kavuştu. İnşaallah bize de nasip olur.

Furkan Dergisi, yazarının şehadetinden bugüne, çeşitli tehditlere rağmen suikastin peşini bırakmıyor ve 18 yıldır yetkililerden cevaplarını beklemedikleri(!) soruları soruyorlar. İşte o sorular:

“1- Katil diye sunulan şahsın, Adlî Tıp Kurumu’nun raporuna göre psikolojik rahatsızlığı var. Hızır Hocaya düzenlenen suikastın ardından polisin, “Profesyonelce işlenmiş bir cinayet” tesbitiyle, ortaya sürülen aklî dengesi bozuk katil portresi nasıl örtüşüyor?

2- 17 şahitten hiçbiri, “Evet, katil bu” demedi. Nasıl oluyor da şahitlerin teşhis edemediği kişi hâdisenin fâili olabiliyor?

3- Yine şahitlerin ifadesiyle, suikastı gerçekleştiren kişi kaçarken beyaz bir servis aracında bulunan kişiye bir şey veriyor ve daha sonra Fener Rum Patrikhanesi’nin civarında izini kaybettiriyor! Bu da suikastçının tek kişi olmadığını, organize bir hareketin parçası olduğu yönündeki şüpheleri kuvvetlendirmekteyken, polis, savcı ve mahkeme niçin bu yönde bir araştırma yapmadı veya yapamadı? Polisi, savcıyı ve mahkemeyi engelleyen mi vardı?

4- Zanlı tatbikat için İsmailağa Camii’ne neden getirilmedi? (“Can güvenliği sağlanamazdı” açıklaması, bizim için yeterli değil. Devlet bu kadar aciz mi?!.)

5- Medyada “Katil suçunu itiraf etti” şeklinde haber çıkarken, zanlının diğer suçlarıyla ilgili götürüldüğü tatbikat yerinde, “Hocayı niye öldürdünüz?” sorusuna karşılık gazetecilere “Yok öyle bir şey” şeklindeki cevabı neden dikkate alınmadı?

Bu sorulara cevap vermek zor mu? Her şeyin bu kadar netleştiği bir demde zor olmasa diye düşünüyorum. Bu yolda dert sahipleri gerek...

Mahmud Ustaosmanoğlu Hazretleri, damadı da olan Hızır Hoca’nın şehadetinin ardından buyurduğu “Hızır Hoca güldü, onu öldürenler ebediyyen ağlayacaklar” sözünün tezahürünü bugün ağlayanlarda mı görüyoruz, ne dersiniz?