Bir iftar sonrasý. Mikrofonu Hoca’ya verdiler. Þunlarý söyledi Hoca:
- Yakýnda bir roman okudum. Bir mahkumun firar öyküsünü anlatýyor. Cezaevi okyanus içinde bir adada. Mahkum firar planlarý yapýyor. Birkaç kere de firar denemesinde bulunuyor.
Son denemede, hücre arkadaþý ile birlikte kendisine verilen hindistan cevizlerinden bir sal yapýyor. Ve adanýn kýyýsýnda otururken orada med - cezir (Gel-Git) gerçekleþtiðine tanýk oluyor. Düþünüyor ki med, yani sularýn yükseldiði sýrada sal ile denize açýlýrsa cezir, yani sularýn geri çekilmesi sýrasýnda da okyanusa açýlmak mümkün olur.
Ve bir med-cezir günü planýný uygulamaya karar veriyor. Firar arkadaþý ile birlikte gerçekten okyanus açýklarýna doðru savruluyorlar.
Sonra git git uzaktan kara görünüyor. Yaklaþýyorlar. Ama tam da o sýrada cezir zamaný ve sular kýyýdan çekilmiþ. Sal ile kýyý arasýnda 200 metrelik bir boþluk var. Ama bu boþluk bataklýk halinde. Acaba ne yapmalý? En kritik soru bu. Kahramanýmýz “Bekleyelim, diyor, med-cezir yeniden baþlar, biz de sular yükseldiðinde karaya çýkarýz.”
Ama arkadaþýnýn sabrý tükeniyor. “200 metrelik bir mesafe, ne olacak ki, yüzer geçerim oraya” diyor. Uyarýlarý dinlemiyor ve suya atlýyor. Ama su su deðil, bataklýk. Kýsa süre içinde balçýðýn içine gömülüp gidiyor. Kahramanýmýz ise akþam gerçekleþen med sýrasýnda kýyýya ulaþýyor.”
Hoca bunu anlattý ve sözü bitirdi. Baþka bir þey söylemedi.
Hoca kim?
Hayreddin Karaman.
Þimdi iftar sofrasýnda anlatýlanýn kýymet-i harbiyesi birdenbire deðiþti mi? Bir iftar sofrasýnda neden anlatýlýr bu hikaye?
Hoca’ya “Bunu yazýmda anlatýrým hocam” dedim, olurunu aldým.
Önce bir hatýrlatma yapalým. Bu
olay, bildik bir hikaye. Hayreddin Hoca, adýný vermeden, bildiðimiz Kelebek romanýný (ki filmi de defalarca yayýnlanmýþtýr) özetledi bize.
Evet, neden anlattý Hayreddin Hoca bu hikayeyi? Ya da hikayenin bu yönünü?
Pek açýk ki, hikayenin en dramatik yönü, bataklýða atlamakta odaklanýyor. Adadaki hücreden kurtul, okyanusu bir sal üzerinde aþ, ama tam kýyýya yaklaþmýþken, yani özgürlükle ve hayatla kucaklaþmaya ramak kalmýþken kurtuluþ diye bataklýða atla.
Yaþanan azap çok korkunç hiç þüphesiz.
Bir an önce kurtulma duygusu çok yaman hiç þüphesiz.
Ama verilen bütün mücadelenin bir bataklýkta heba olmasý da çok dramatik.
Þunu söyleyeyim:
Hoca bunu islami manada ilmi çalýþmalar yapýlan bir ortamda anlattý. Yani düþünen, Ýslam dünyasýnýn geleceðine iliþkin kafa yoran, dertleri-davalarý olan ve çoðu genç insanlarýn iþtirak ettiði bir ortamda anlattý.
Acaba þunu mu demek istedi:
- Ýslam dünyasý 100 yýllýk bir parantezin içine alýnmýþtý. Müslümanlar olarak kendi yurtlarýmýzda yaþadýklarýmýz sistem yapýlanmalarý itibariyle, yönetim kadrolarý itibariyle, bir hücre mahkûmundan farksýz. Öz yurdumuzda garip, öz yurdumuzda parya gibi muamele gördük.
Þimdi bir küresel med-cezir ortamýnda kurtuluþ ümidi doðdu. Okyanusa açýldýk. Tunus’tan, Mýsýr’dan, Filistin’den, Bosna’dan, Asya’dan, Türkiye’den.
Evet Türkiye’den...
Kýyý ile aramýzdaki mesafe ne kadar?
Aradaki mesafede yer alan þey yüzülerek geçilecek bir nesne mi, bataklýk mý?
Küresel med-cezir ne durumda?
Mýsýr’da olan biten ne? Suriye’de, Irak’ta olan biten ne? Yüz yýllýk parantezi aþma mücadelemiz hangi safhada? Gannuþi ve Tunus Müslümanlarýnýn yürürkenki tereddütleri ne anlama geliyor?
Hayreddin Hoca’nýn bir mücadele insaný olduðunu biliyorum. Yaþananlar içindeki ümidi gördüðünü de tahmin edebiliyorum. Ama sanki “Aman ha!” der gibi hissettim onun bu paylaþýmýný...
Merhum Üstad Necip Fazýl Kýsakürek, “Bizler bir buzdaðýný hohlaya hohlaya erittik ama þimdi de ortalýk bataklýða döndü” demiþti. Ýslam dünyasýndaki buzdaðýný eritmek ve sonuçta ortalýðýn bataklýða dönüþmemesini saðlamak çok daha çetin bir projelendirmeyi gerekli kýlýyor. Ben Hoca’nýn paylaþýmýný çok anlamlý buldum, anlamlý bulunmasýný temenni ettiðim için de sizlerle paylaþmayý tercih ettim.