Hollywood öyküleri

Ötüken Yayınevi değişik ‘sağ’ gazetelerde uzun yıllar köşe yazarlığı yapmış, MHP’ye yakınlığıyla tanınan Galip Erdem’in kitaplarıyla yazılarından seçkileri bir dizi halinde yeniden yayınlıyor. İyi de yapıyor. Onlara göz atarken sancılı bir dönemi hafızamda yeniden canlandırabiliyorum...

Galip Erdem bir dönemi İzmir’de geçirmişti. Avukatlık stajı yapıyor, gazetedeki yazılarını da sürdürüyordu. Nereden duyduysam duydum, kendisinin meraklı gençlere yazarlık dersleri vereceğini öğrendim. Bir sınıfa doluştuk, kendinde yazarlık cevheri görenler olarak... Elbiseleri üzerine büyük gelen genç bir adam çıktı karşımıza ve ilk deneme kompozisyonunu yazdırdı.

Francis Bacon’a ait bir özdeyiş olan yazı konusu dün gibi aklımda: “Umut iyi bir kahvaltıdır, ama öğle yemeğine yetmez.” Bırakın yazarlık dersleri vermeyi, kompozisyon testinin sonuçlarını bildirmek için bile bir daha gelmedi Galip Erdem...

1964 yılıydı ve ben 14 yaşındaydım.

Kitaplarından birinde 1964 yılına ait bir denemesi de var. Dazlak kafasıyla şöhret bulmuş Rus asıllı artist Yul Brynner’in bir dergiye verdiği mülâkattan bir bölümü aktarıyor Galip Erdem... Variety dergisi muhabiri artistin alâmet-i fârikası haline dönüştürdüğü dazlaklığının sebebini merak etmiş... Aslında ‘kel’ değilmiş Brynner, ama nedense bütün filmlerinde ‘sıfıra vurulmuş’ kafayla rol alıp duruyormuş...

“Neden?” sorusuna şu esprili cevabı vermiş: “Hollywood’a şöhret olmaya gelmiştim, ama işler pek istediğim gibi gitmiyordu. Bir filmde birlikte oynadığım Humphrey Bogart’a başarılı olmak için ne yapmam gerektiğini sordum. O sıralar İngilizceye tam vakıf değildim ve bu yüzden verdiği cevabı yanlış anlamışım. O bana ‘bald ol’ (‘cesur ol’) demiş, ben bunu ‘bold ol’ (‘kel ol’) diye anlamışım... Saçımı o yüzden kestirdim.”

Yul Brynner geçenlerde 92 yaşında hayata veda eden bir başka Hollywood yıldızı olan Turhan Bey gibi fotoğrafa meraklıymış... O Hollywood’ta kalmaya devam etti, ama Turhan Bey, henüz bütün basamaklarını tırmanmadığı ve şöhret de kendisini tam yakalamamışken, Hollywood’a veda edip doğduğu Viyana’ya dönmüş ve hayatının devamında moda fotoğrafçısı olarak çalışmış...

‘Mış’, ‘miş’ kipiyle olayı anlatmamın sebebi Turhan Bey’in varlığından ölümünden sonra haberdar olmam... Önce New York Times’ta, sonra İngiliz Independent gazetesinde kendisiyle ilgili uzun değerlendirme yazılarını okumasam bizimle bir biçimde ilişkili birinin bu denli bilinir olduğunu öğrenemeyecektim.

Turhan Bey ismiyle maruf Turhan Gilbert Salahattin Schultavey 1920 yılında Viyana’da doğmuş... Babası o sırada Türkiye Büyükelçiliği’nde askeri ataşeymiş; Çek asıllı Musevi bir genç kızla evlenmiş ve Turhan doğmuş... Anne-baba boşanınca Turhan annesinde kalmış; anne, oğul ve annenin annesi Nazi tehlikesi yüzünden ABD’ye göçmüşler...

Öğrenimi sırasında tiyatroya da merak sarmış ve bir oyununu yöneten hocası uzun ismini kısaltmasını şu sözlerle tavsiye etmiş: “Kökenin Türkiye, orada ‘bey’ erkekler için saygı ifadesidir; gel biz de sana ‘Turhan Bey’ diyelim”

İlk filmlerinden (1942) ‘Background to Danger’ (Tehlikenin Arka-Planı) Türkiye’de geçiyormuş... Bir ara moda olan ‘1001 Gece Masalları’ türü filmlerde oynamış, ama esas şöhretini korku ve gerilim filmlerinde yapmış Turhan Bey...

Sonra ne olduysa 1953 yılında ABD’yi terk edip doğum yeri olan Viyana’ya yerleşmiş...

Esas şöhretini 1940’larda yapmış, sonraları önemli filmlerde pek rol almayan biri nasıl oluyor da aradan neredeyse 70 yıl geçmesine rağmen hatırlanıyor, anlamakta gerçekten büyük zorluk çekiyorum.

Vaktiyle oynadığı roller mi çok önemliydi, yoksa hocasının taktığı isim mi unutulmamasını sağladı? Bilmiyorum. Bildiğim, doğumuna sebep olmuş babasının ülkesinde fazla tanınmadığı... Bu da bizim ayıbımız galiba.

Hollywood’ta geçenlerde kaybettiğimiz Muzaffer Tema da görünmüştü, 1960’lı yıllarda.