Hortlayan Gezi ruhu

Türkiye demokrasi tarihinde yeni bir evrede olduğumuza kuşku yok. Bu dönemin, birbirini doğurmak ve etkilemek gibi etki gücü yüksek iki ana belirleyeni var; çözüm süreci ve Gezi olayları.

Her iki süreç de kapsadıkları toplumsal kesimler ve oluş-yürüyüşleri bakımından birbirlerinden besleniyor, yer yer birbirlerine yaslanıyor ve akıbet bakımından Türkiye’yi etkileyebilecek gibi görünüyorlar.

Bu nedenle çözüm süreci için gösterilen çaba ve itinanın bir benzerinin Gezi olaylarında da gösterilmesi şart. Ama iki sürecin etkileşim gücüne özellikle dikkat etmek gerek.

Bunu vurguladıktan sonra asıl açmak istediğim yere geleyim.

Gezi dolayısıyla görünür olan ama aslında mühim kısmı dipten derinden gayet planlı şekilde yönetilen toplumsal muhalefetin giderek polisle daha yaygın çatışmaya, körüklenen nefretin fiziki şiddete doğru evrilmekte olduğuna dair bir gözlemim var.

Unutmayalım ki Gezi de bir sonuçtu. Spontane görünüyordu ama esasen kitleleri sokağa dökme hedefi güden psikolojik bir harekât niteliği taşıyordu. Ve Gezi dediğimiz şey fiili fiziki sebepler yanında bu güdüleme üzerinde yükseldi.

Üfürülen şiddet

Özel bir dikkatle takip etmeye çalıştığım sosyal medyada ya tamamen yalan ya da çarpıtma haberler üzerinden açıkça suç teşkil eden veya suça ve ölmeye özendiren paralel bir evren kurulmuş vaziyette.

Gezi’nin sivil-meşru yüzünü post edinen ve eylemlerde hayatını kaybedenlerin ölü bedenlerine yaslanan bu evrene başta Başbakan Erdoğan ve ailesi olmak üzere iktidar üyelerine, bir toplum kesimi olarak dindarlara ve devlet memurları arasında da polislere yönelen büyük bir nefret söylemi hakim.

Ağır hakaretler, aşağılamalar, toplumsal fay hatlarını tetikleyecek türden kışkırtmalar, şiddete başvurmanın hak ve meşru olduğu fikri, eylemde ölmenin bir ayrıcalık olarak sunulması, meydanlarda toplaşıp slogan atmanın yetmediği, iktidarın bu yolla gitmediği, artık başka araçlar kullanmak gerektiği...

Bugün hortlamış haliyle arz-ı endam etse de dört aydır üzerimizde dolaşan Gezi ruhunun Taksim’de, Beşiktaş’ta, Gazi mahallesinde, Kadıköy sokaklarında, Hatay’da, Ankara’da, Eskişehir’de şurada burada cisimleştiğini, kaldırım taşı söküp cam çerçeve indirdiğini, araçları binaları ateşe verdiğini, Başbakanlık ofisini işgale kalkıştığını, başörtülü kadınlara saldırdığını biliyoruz nitekim.

Ruh severler cevaplasın

Ama Gezi ruhu bu değil ya da Gezi bir öfke patlamasıydı geçti diyenler hala ısrarla eylem planlayanlara, barikat kurup ateşe vermeyi, polisle çatışmayı ve olaylarda ölmeyi bir hak ve gereklilik olarak sunanlara ne diyor acaba? İsyan, özgürlük, devrim, devrim şehidi olmak gibi değer yüklü kavramlar üzerinden gençleri ölmeye özendirenlere tavsiyeleri ne olur?

Protesto etmek, reddetmek dışında siyasi argüman üretemeyen ve toplumsal muhalefeti meşru siyasete dönüştüremeyenler yüzünden çözüm süreci dahil neden bütün kazanımlarımızı riske edelimki.

Kategorik olarak kendilerini Gezi ruhunu yüceltmeye adayanlar o ruha saygı ve dikkat beklemeden önce nefretten gözü dönenlerin insanların duyguları üzerinde sörf yapanlarla ilgilenmesini beklemek hakkımız değil mi?

Söylemezsem çatlarım

- Başkalarının planları değil bunun karşılığında sizin ne yaptığınız önemlidir. Hükümetin insanları tek tek evlerinden çıkaran sebeplerle mutlaka ilgilenmesi gerektiğini düşünüyorum.

Asosyal ve bencil bir kuşak olarak tanımlanan Z kuşağı Gezi olaylarında yanlış bir siyasi bilinç ve eylem tecrübesi edindi. Şoklanmış, gazlanmış, hakareti zeka sanma yanılgısıyla zehirlenmiş bir tecrübe bu. Bunu eleştiriden muaf tutmak, lüzumsuz yere yüceltmek yine en fazla bu gençlere zarar verir. Sonradan şiddetten arındırılmış bir muhalefet geliştirmekte zorlanmaları bir yana kaos bekleyen akbabalar tarafından meydanlara ölümüne sürülmek gibi yakın bir tehlikenin içindeler.