Yeni Þafak” gazetesi yazarlarýndan meslekdaþýmýz Hilâl Kaplan’a bâzý “Müslüman” yayýn organlarý, bir kiliseyi ziyâret ederken çekilmiþ resmi üzerinden hücûm etmiþler. Yâni böylece akýllarý sýra Müslümanlýðýna “leke” (!) düþürecekler!
Ne demiþdi Üstad Necib Fâzýl:
“Sana alçak demiyorum, zîrâ o dahî bir irtifâdýr!”
***
Ama biz bu hallere tabii ki bir günde düþmedik.
Böyle hallere bir günde düþülmez!
Önce “A, siz sâhiden Zekeriyâ Sofrasý nedir bilmiyor musunuz?” diye baþlar, “A, sizsâhiden oruç tutmuyor musunuz?” üzerinden yol alýr ve günün birinde “A, siz bir kiliseyeayak basmaya utanmýyor musunuz?” kývâmýnda devâm eder.
Oysa bizim, sâdece Arabca ve Farsca deðil Latince ve Grekçe de bilen ve hem Müslüman hem Hýristiyan hem Mûsevî din bilginlerini toplayarak onlarla geceler boyu mübâhase ve musâhebe eden devlet baþkanlarýmýz vardý. Üstelik onlar arada kýlýç kuþanýp “Roma’nýnÞarkýný”, yâni Ýstanbul’u filan da fethediyorlardý.
Ýyi þâirdiler de... Dîvan sâhibi olanlarý bile bulunuyordu...
Bana kalýrsa Hilâl Kaplan’ýn verilmiþ sadakasý varmýþ.
Ya bir de övselermiþ!
***
Bu din diyânet iþlerini fazlaca karýþtýrmak doðru deðildir. Bence olgun insanlara da yakýþmaz.
Ne demiþ Bahâî:
“Zâhidin her ne kadar ta’ný firâvân olsa,
Ana gam yemez idik zerrece irfân olsa,
Bize mülhid diyenin kendüde îmân olsa,
Dahleden dînimize bârý müselmân olsa.”
Bence de...
Ha, zâhid sofu demek... Ta’netmek kötülemek, firâvân bol mikdarda, mülhid dinsiz, dahletmek yine kötülemek...
Bu Osmanlýca da ne kadar þey...
***
Rahmetli Annem mütedeyyin sayýlabilecek bir kadýndý. Belirli vesîlelerle namaz kýlar, bâzen oruç tutardý, Kur’an da okurdu.
Ama kiliselerde de duâ eder ve mum yakardý.
Öte yandan ben câmide duâ eden Hýristiyan da bilirim.
Din âlimi deðilim ama bir Müslüman kilisede ve bir Hýristiyan da câmide duâ etdi diye onlarýn dinden çýkacaklarýna vicdânen ihtimâl veremiyorum.
En iyisi gâlibâ bu meseleleri her ferdin kendi uhdesine terketmek.
Benim söylemek istediðim, Selçukludan ve Osmanlýdan süzülerek gelme îtidâlimizi ve geniþ dînî ufkumuzu son otuz kýrk yýldýr kaybetmeðe baþladýðýmýz vâkýasý.
Eðer o geniþ ufuk olmasaydý biz bu cihan devletini bir ara kursak bile yedi yüz yýl götüremezdik gibime geliyor.
***
Ben “hoþgörü/müsâmaha/tolerans” kavramýndan pek hoþlanmam. Çünki burada, adý üstünde bir tepeden bakma hâli vardýr.
“Sen aslýnda matah bir þey deðilsin ama ben seni hoþ görüyorum. Yâni sana karþý bir âtýfetde bulunuyorum.”
Onun için “saygý” kavramýný tercîh ederim.
Ama Hilâl Kaplan baðlamýnda kimseyi hoþ da göremiyorum doðrusu...