Hristiyan toplumların ‘ateist'lerinin bile, kendilerini yılda 1 gün Hristiyan hissedişleri etrafında

24 Aralık ile Ocak ayının 7'si arasındaki 15 günlük zaman aralığı, değişik Hristiyan mezhebleri arasında Hz. İsâ Aleyhisselâm'ın doğum günü olarak kutlanır. Katolik ve Protestan (Evangelist) Hristiyanlar 24 Aralık tarihini; Ortodoks Hristiyanlar ise, 7 Ocak gününü kabul ederler.

*

Daha önceki Enbiyaullah'ın, / İlâhî Peygamberlerin tarihine bakacak olursak, daha bir belirsizlik vardır.

Putkıranların pîri olarak kabul edilen Hz. İbrahim aleyhisselâm'ın doğduğu, yaşadığı ve mezarının nerede olduğuna dair değişik mekânlar gösterilir.

Hz. Mûsa aleyhisselâm'ın doğum tarihi, yeri ve hattâ mezarının nerede olduğu da bilinmiyor. İsrailoğulları, Firavun'un denizde gark olup kurtuluşlarını Roş Aşana olarak kutlarlar ve geçen 25 Eylûl günü, yeni yıla, 5783'ncü yıla girdiler.

Konfüçyüs ve Budizm gibi beşerî kaynaklı dinlerde de Çin ve Hind takvimlerinde yılbaşı olarak başka günler vardır.

*

Biz Müslümanların takvimi ise, Hz. Peygamber (S)'in veladetini/ doğumunu değil, Nübûvvet'inin / Peygamberliğinin 13. yılında, Mekke'den Medine'ye Hicret etmek zorunda kalmasını gerektiren ağır baskı, zulüm ve hicranları esas alır.

Ama, yazık ki, biz Müslüman toplumların son 100-120 yıllık yenilgileri içinde, birileri, Avrupalı Hristiyanları en modern ve gelişmiş toplumlar olarak kabul edecek kadar bir aşağılık ve eziklik hâlet-i rûhiyesi içine düşünce. O dünyanın, birçok ölçülerini, kılık-kıyafetlerini, rakamlarını, alfabelerini, örf ve âdetlerini, kendi toplumlarına medenîleşmek adı altında zorla kabul ettirdiler. Ki, o zorbaca yöntemler sonunda bazı toplumlarda tabiî imiş gibi görülmeye başlandı.

*

Bu hatırlatmaları yaptıktan sonra yine dönebiliriz, 3 gün sonra girilecek yeni miladî yıl konusuna. (Milâd, bilindiği üzere, lafzen, doğuş mânasına gelir, ama ıstılah olarak, terim olarak, daha çok, Hz. İsâ aleyhisselam'ın doğuşu anlaşılır. Miladî takvim denilince de, Hz. İsâ'nın mucizevî yaratılışının ve onun takib eden asırların tarihi hatırlanır.

Bütün Enbiyaullah'ın, ilahî peygamberlerin hepsi de Müslümanların peygamberleri olması hasebiyle, bizler Hz. İsâ'nın doğuşunu esas alan bir takvimden de rahatsız olmayız. Yani, 'Hz. İsâ adına.' diyerek dünyaya tahakküm eden emperial- şeytanî güçlerin veya onlara âşık, köle ruhların, mankurtlaşmış tiplerin kendi toplumlarının bütün değerlerini aşağılamaları ve onlara savaş açmalarına karşı gelmekle, -hâşâ-, Hz. İsâ'ya karşı çıkmak, asla söz konusu değildir, olamaz. Bu ince noktanın farkına varılması gerekir)

Evet, 24 Aralık gününden beri, Katolik Hristiyan dünyası, Hz. Îsâ Mesih aleyhisselâm'ın dünyaya gelişinin muhtemel tarihini, (Weihnachten / Christmas / Noël vs. gibi isimler) olarak kutlar. Ortodoks Hristiyanlar ise, 7 Ocak olarak kutlarlar o günü.

Hattâ, 'ateist' /tanrı inancına kesinlikle karşı olduklarını söz, yazı ve davranışlarıyla en açık şekilde gösteren kimseler bile, bu birkaç günlüğüne, tıpkı samimî Hristiyanlar gibi kiliselere giderler, bir günlüğüne Hristiyan gibi davranırlar.

Bunun, uzaktan bakılınca, bir zararının ve etkisinin olmadığı sanılır, ama, Avrupalı en Hristiyan liderler kadar, en ateist liderler dahi, sık sık, Avrupa veya -kendli deyimleriyle de- West/Batı kültür ve medeniyetinin, kilise kulelerinin gölgesinde yeşerdiğini hatırlatırlar. Bu konuda eski Alman şansölyelerinden ve 'tanrı inancını 2. Dünya Savaşı sırasında yitirdiği'ni söyleyen Helmut Schimidt ile, dindar bir Hristiyan şansölye olan Helmut Kohl arasında temelde bir fark yoktu. Çünkü, ikisi de, 'Avrupa Birliği'ne girmek isteyenlerin bu bünye içinde bir aykırı veya yabancı madde oluşturmaması için, bu kültür ve medeniyetin, Kilise kulelerinin gölgesinde hayat bulduğunu kabul etmeleri gerekir' demişlerdi. Türkiye'nin 1959 yılından beri üye olmak için başvurularını tekrarlayıp durduğu AB üyeliği için hep redd karşılığı almasının temeli işte bu noktadadır.

(Bu vesileyle hatırlayalım ki, Aralık-1963'de, AB ülkeleriyle Türkiye arasında,- Ankara'da imzalandığı için- Ankara Andlaşması olarak isimlendirilen üyelik andlaşmasını Türkiye adına imzalayan İsmet İnönü o imza töreninde yaptığı konuşmada, 'Biz bu andlaşmayla sadece Avrupa Ekonomik Topluluğu'na- değil, 200 yıldır rüyasını gördüğümüz Avrupalı olmak rüyamıza da kavuşmak için imza atmış bulunuyoruz..' diyordu.. Tıpkı, 'Bir alfabe devrimi yapmadık, devrimlerimizin alfabesini bulduk.' deyişindeki mantığına uygun olarak.)

*

Bu yazıda aslında değinmek istediğimiz konu, Hz. İsâ aleyhisselâm gibi bir Peygamber'e en büyük zulmü yapan ve amma, onun adına bir dünya kurduklarını iddia eden emperial dünyaya değinmek idi. O konuya bir diğer yazıda daha değinebiliriz.

Ama, şimdilik, sanırım, Dostoyevsky'nin eserlerinden birisinde anlattığı bir hikâyeyi anlatmanın yeridir. Ki, sadece Hz. İsâ ve bağlıları için değil, bütün İlahî Peygamberler'in bağlılarının şu veya bu derecede sergiledikleri perişanlığı da anlattığı için, ibretlik olsa gerek.

Özetleyeyim. Diyor ki, Dostoyevsky:

'Ortaçağ'da, İspanya'da bir Pazar yerindeki halkın arasına, gökten İsâ Mesîh iniverdi.

Halk şaşkın olarak etrafında toplandılar ve ağlaşmaya başladılar. İsâ onlara, 'Sizler kimlersiniz?' deyince, 'Biz senin ümmetiniziz efendimiz.' dediler.

İsâ onlara, 'Öyleyse bu haliniz nedir böyle?' dedi.

Onlar da, 'Ey Kutsal Peder, bağışla bizi. Biz câhiliz, fakiriz, çaresiziz, güçsüzüz.' dediler.

O sırada, şehrin kardinali geldi ve şöyle bir baktı, o yabancıya ve, polise seslendi: 'Polis, şu meczûbu zencirleyip atın zindana!' dedi.

Polis emredileni yaptı.

*

Akşam olup, el-ayak ortalıktan çekilince. Ki, evlerde, insanlar, 'Gökten indi, gördük. İsâ Mesîh idi.' diye konuşmalarını evlerin derinliklerinde sürdürüyorlardı.

Kardinal, gece yarısına doğru, polisi alarak zindana geldi ve zencirleri çözdü ve, 'Ey İsâ Mesih, inanıyroum ki, sen O'sun. Ama, niye geldin? Biz burada senin adına bir düzen kurduk. Şimdi sen bütün her şeyi alt-üst edeceksin.

Ya, hangi yoldan geldiysen, çek git; ya da, bir kez de ben gererim, seni çarmıha!' dedi.

*

İsâ Mesih, baktı ki, ümmeti câhil, fakir, çaresiz, güçsüz; kendi adına hükmedenler ise, güçlü, örgütlü, zâlim.

Gecenin karanlığında zindanın demir parmaklıkları arasından süzülüp gitti, göklere.

Ve Dostoyevsky, devamen sözünü şöyle bağlar: 'Biz Hristiyanlar asırlardır, 'Ey İsâ Mesih gel.' diyoruz ya; niye gelsin, değişen ne ki?'

*