HSYK seçimini leş kargaları kazanmış!

Başlık için peşinen özür diliyorum... Ayrıca, ifade bana ait değil. Bir eski Cumhuriyet Başsavcı Vekili’nin HSYK seçim sonuçlarını değerlendirirken kullandığı “kalıp söz...”

Şöyle oluyormuş:

Savcımız milletine devletine hizmet edip adaletin tesisi için çalışıyormuş. Elbette kaostan beslenen “leş kargaları” adaletten hoşlanmazmış. Bu milletin gerçek sevenleri “leş kargaları”nın sesinden korkmadan yoluna devam edecekmiş, doğru ve haklı mutlaka kazanacakmış...

Eski Başsavcı Vekili’ne bu lafları ettiren gelişmeyi biliyorsunuz...

Bir seçim yapıldı...

HSYK üyeleri yenilendi.

İki grup seçimi kazanmak için kıyasıya mücadele ediyordu ve iki liste ortaya çıkarıldı.

Bir taraftan “Cumhurbaşkanı’nın bileğine kelepçe takmaktan” söz edenlerin desteklediği liste, diğer taraftan yargıdaki “paralel yapılanmaya” son vereceklerini söyleyenlerin desteklediği liste...

Seçimi ikinci liste kazandı.

Bu sonuç eski Başsavcı Vekili’ni mutlu etmedi tabii...

Olabilir...

Memnuniyetsizliğini dile getiren açıklamalar da yapabilir...

Nitekim yaptı ve kişisel Twitter hesabını “açıklama”ya boğdu...

Seçimi kaybetmişler ama aslında kaybetmemişler... 

Nasıl mı?

Kendisi anlatsın: “Çalanlar, bahşiş alanlar, makara yapanlar, iftira atanlar ve milletini yalanlarla kandıran münafıklar: Mutlaka kaybedeceklerdir. Korku alçakların silahıdır. Yalan da münafıkların sermayesidir. Doğruluk ve adalet tükenmez bir hazinedir. Doğru yolda yürüyenin korkusu olmaz.”

Bu açıklamayı, “Pozitif hukuk adamının HSYK seçimlerine metafizik yaklaşımı” niyetine okuyabilirsiniz. Nitekim öyle... Ama bunun problemli bir yaklaşım olduğunu teslim etmelisiniz. Tasarruflarına ve kişisel değerlendirmelerine Allah’ı ortak etme ayrıcalığı da, aynı şekilde, tuhaf ve problemli bir yaklaşımdır...

Bu yaklaşımı temellük etmiş bir savcının, önemli siyasal sonuçlar doğuran/doğurabilecek Ergenekon davasının başlatıcısı ve sürdürücüsü olduğunu düşünün...

Düşünebiliyor musunuz?

Demek ki, bütün o “belge imal etme”, “delil uydurma”, “kumpas kurma” iddialarını (yahut girişimlerini) “rıza-i hak” çerçevesinde meşru kabul edeceğiz. Hukuk’un (evrensel hukukun) doğrularını değil, bir din düşüncesinin ya da algısının vazettiği yorumları hüccet sayacağız... Ve bütün o “sehven”ler, sahte deliller, hayali suç duyuruları ve şantaj girişimleri “anında” meşruiyet kazanacak... Yargı kimlerin elinde oyuncak haline gelmiş, görüyorsunuz değil mi?

Sözü, asıl, eski Başsavcı Vekili’nin mazmunlaştırdığı “çalanlar ve bahşiş alanlar” mevzuuna getirmek istiyorum.

Başsavcı Vekili iddialarını HSYK seçimleri çevresinde de tekrarlıyor. Bir anlamda kazanan listeyi “kriminalize” ediyor. (Yukarıdaki yaklaşıma göre de, münafıklıkla suçluyor.) Ama hakkındaki iddialara cevap vermiyor: Bir işadamının sırtından yaptığı VIP seyahat, pahalı oteller, pahalı yemekler, fatura oyunları, kaynağı açıklanamayan yüz binlerce dolarlık servet, Fatih Belediye Başkanı’ndan özel ricaları, faturası gösterilemeyen harcamalar...

Dahası, aynı Başsavcı Vekili (kendilerinin hoşlanacağı ifadeyle söyleyelim) “Dönemin Başbakanı” Erdoğan’ı Kaddafi’nin akıbetiyle tehdit etmişti.

Mesai ve “camia” arkadaşları bileğine kelepçe takmaktan söz ediyorlardı, kendisi de linçi uygun görüyor... Yargı kimlerin elinde oyuncak haline gelmiş, görüyorsunuz!

Daha yakıcı gerçeği hatırlatalım:

Bir din yorumuna göre davranan ve kişisel tasarruflarına Allah’ı ortak eden bu Başsavcı Vekili hakkında HSYK’ya sayısız başvuru yapıldı.

HSYK, bütün bu başvuruları sümen altı etti ve “soruşturmaya yer olmadığına” karar verdi. Adalet Bakanı’nın girişimleri de “sonuçsuz” kaldı.

Bu Başsavcı Vekili kalkmış “adalet”ten söz ediyor ve “sümen altı”cı HSYK’ya sahip çıkıyor.

Bir kez daha tekrarlayıp kapatalım: Yargı kimlerin elinde oyuncak haline gelmiş... Görüyorsunuz!