15 Temmuz Derneği Başkanı İsmail Hakkı Turunç'un, bu yılki etkinlikleri anlattığı Hafıza 15 Temmuz Müzesi'ndeki programda konuşan İl Kültür ve Turizm Müdürü Coşkun Yılmaz, 15 Temmuz'un; Osmanlı'dan Cumhuriyet'e hiçbir darbeye benzemeyen bir "işgal teşebbüsü" olduğunu güçlü ifadelerle hatırlattı.
Bu fark, FETÖ ile mücadeleyi de zorlaştırmaktadır. Nitekim bitmeyen operasyonlar, taban desteğinin aynen devam ettiğini göstermektedir. 3 bin Fetullahçıya müebbet verilmesinin FETÖ için hiç önemi yoktur. İşi biten yakıt tanklarını atarak yükselen uzay aracı gibi FETÖ de, kurbanlarını unutarak yoluna devam etmektedir!
Bırakın taban desteğini, birçok kurumda tekrar yapılandıkları duyumları gelmektedir. FETÖ ve emperyalist patronu, bütün stratejisini Cumhurbaşkanı Erdoğan dönemini en az hasarla bitirmek üzerine kurmuştur. Yani FETÖ ve Amerika, 2028'ten sonra kim gelirse gelsin; kendileri için yeni bir dönem başlayacağına inanmaktadır.
15 TEMMUZ TEK İHANET DEĞİL; SON İHANET!
Mücadeledeki en büyük zaaf, FETÖ'nün; sadece 15 Temmuz ile anılır hale gelmesidir. Çünkü 15 Temmuz darbesi, buzdağının ucudur. FETÖ'nün sadece 15 Temmuz üzerinden sorgulanması, ihaneti sığlaştırmakta; "asıl güç kaynağı" olan "istismar" hıyanetini gizlemektedir.
Fetullah Gülen bu örgütü, Müslümanları maddi/manevî sömürerek bu hale getirmiştir. "İslâm'a hizmet" diye topladığı finans ve kadro gücünü; İslâm'la savaş için kullanmıştır. Bu yüzden FETÖ, asıl darbeyi İslâm'a vurmuş; ancak bunun hesabı sorulmamıştır.
Herkes iyi bilmelidir ki, bugün hiç zikredilmiyor olsa da FETÖ hıyanetinin asıl gövdesi bu "istismar"dır. Bu gövde kesilmediği sürece, bütün cezalar, bu hıyanet ağacının kollarını budamaktan ibaret olup; daha da gürleştirir.
Bu istismarı kimlerin desteklediğini, Alman Konrad Adenauer Vakfı'nın, 23 Ekim 2003 tarihinde Armada Otel'de düzenlediği "Dinler Arası Ortak Yaşam için Olanaklar ve Engeller" konulu konferansta konuşan "Dinler Arası Diyalog Temsilcisi" Niyazi Öktem; şöyle anlatmıştır:
"80'li yıllarda başlattığımız 'Dinler Arası Diyalog Projesi'nde hayli mesafe aldık. Bize en büyük desteği Diyanet verdi. Sayın Başkan'ın (Ali Bardakoğlu) gün boyu aramızda bulunması bunun en güzel ispatıdır. 'Diyalog'un Türkiye'deki öncüsü ise Prof. Dr. Mehmet Aydın'dır."[1]
Gerçekten, "Din Şuraları" başta olmak üzere Diyanet'in tek gündemi buydu. 23–27 Kasım 1998'de düzenlenen II. Din Şûrası'nın "Sonuç Bildirisi"ndeki, "Dinler arası diyalog çalışmalarının daha etkin şekilde yürütülebilmesi için Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde 'Dinler Arası Diyalog Genel Sekreterliği' kurulmalıdır" tavsiye/talimat üzerine bu birim derhal kurulmuştu. 15 Temmuz sonrasında da "Dinler ve Kültürler Arası İlişkiler Daire Başkanlığı" adıyla aynen korunmuştu.
Nitekim FETÖ'nün ifşa olmasından sonra Diyanet'in resmî sitesindeki Dinler Arası Diyalog içerikli Din Şuralarının kaldırılması üzerine, Kasım 1993'te düzenlenen "I. Din Şurası"ndan sonra Aralık 2014'teki "V. Din Şurası" geliyordu. Yani Diyanet'in 20 yıllık icraatı "Diyalog"tan ibaretti! Abant Platformu'nun da kurucusu olan Mehmet Aydın, 58; 59 ve 60. hükümetlerdeki 9 yıllık "Diyanet'ten Sorumlu Devlet Bakanlığı" döneminde, Diyanet'i bu "Haçlı Projesi" için seferber etmişti.
YARGI: "DİYALOG" VATİKAN'A HİZMETTİR
Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 22 Temmuz 2016'da kabul ettiği Çatı İddianamesi bu gerçeği, "Dinler arası diyalog Vatikan projesidir" şeklinde tescil etmişti. 2. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilen iddianame ise, "Fetullah Gülen, Papa ile görüşmesinden 12 gün sonra 'gizli kardinal' olarak atandı" şeklinde; vahim ayrıntılar içeriyordu.
Bu sapıklığı ilk önce tespit ederek Müslümanları uyarması gereken Diyanet, bu iddianamelerden bile bir yıl sonra anlayabilmişti! Başkan Mehmet Görmez'in 26 Temmuz 2017'de; "Geç kaldık" itirafıyla sunduğu "FETÖ Raporu"nda şöyle deniyordu:
"FETÖ, II. Vatikan Konsili'nde alınan karara dayanan 'Dinler Arası Diyalog Projesi' hakkında birçok etkinlik düzenleyerek, bağlılarını Hıristiyanlığa yaklaştırmıştır. Bilinçli bir şekilde kelime-i tevhidin sadece ilk kısmı öne çıkarılmış, 'Hazreti Muhammed'e iman' kısmı görmezden gelinmiştir. Bu çabalar, dinî açıdan asla tasvip edilemez."[2]
3 Ağustos 2016 tarihinde düzenlenen "Olağanüstü Din Şurası"nda "100 bin kişilik kadroya sahip olan Diyanet, bu mücadeleyi artık üstü örtülü götürmemeli" uyarısında bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir yıl sonra da "Diyanet'in FETÖ ile mücadelede ciddi eksiklikleri olduğunu söylemek isterim. Bu ikazları meydanlarda ve özel görüşmelerde defalarca yaptık" demişti.[3]
FETÖ İLE NASIL BAŞ EDECEĞİZ?
8 yıllık mücadele göstermiştir ki, bu tehlikeli örgütün bertaraf edilebilmesi için hukukî mücadele ile birlikte, teolojik mücadele de şarttır ve bunu yapacak tek merci Diyanet'tir. Fetullah Gülen'in neden "hocaefendi" olmadığı herkese anlatılmalıdır. Ayrıca bu görev, Diyanet'in ödemesi gereken bir "keffaret"tir! 15 Temmuz Cuma hutbesinde "FETÖ, inancımızı, ibadetlerimizi, milli ve manevi değerlerimizi istismar etmiştir" demekle ödenmesi mümkün değildir.
Bu istismarın asıl sebebi, doğru dinî bilgilerin öğretilmemesidir. Gerçek Müslüman, hiç kimsenin; hatta anne babanın İslâmiyet'e uymayan hiçbir emrinin dinlenmeyeceğini iyi bilir. Bir karar verilmelidir. FETÖ gibi lejyonerlerin estirdiği en küçük hıyanet rüzgârında bile yamulan zayıf bir "dal" mı; yoksa Haçlı-Siyonist fırtınalara bile meydan okuyan "çınar" mı olacağız!
[1]Mehmet Oruç, Dinler Arası Diyalog Tuzağı ve Dinde Reform, Arı Sanat Yayınları, İstanbul 2017, s. 21[2] Kendi Dilinden FETÖ, Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara-2017, III. Bölüm, s. 77.
[3] 5 Ağustos 2017- Diyanet'in İstanbul'daki "Yaz Etkinliği" kapanış konuşması.