Hükümet, cemaat ve hakkaniyet

Son haftalarýn sýcak meselesi olan “hükümet-cemaat gerilimi” üzerinde uzunca bir zaman açýktan yazmadým. Çünkü her iki tarafýnda kýymetli dostlarým bulunan bir gerilimin devamýna katký saðlamak istemedim. Ama konu susmakla dindirilecek boyutu çoktan aþmýþ durumda. Dolayýsýyla bir kaç kanaatimi paylaþayým.

En baþta da belirteyim ki, Taraf gazetesinde yayýnlanan 2004 tarihli feci MGK kararýnýn þu an tartýþtýðýmýz gerilimle bence bir ilgisi yok. Hepimiz biliyoruz ki, o yýllar, askerin vesayetin buz gibi hüküm sürdüðü dönemdi. Generallerin hakim olduðu MGK, ikide bir “irtica” yaygarasý koparýyor, tehdit altýndaki AK Parti hükümeti de mecburen “hý, hý” deyip yoluna devam ediyordu. Ýlerleyen yýllarda da, hükümet, gerek Hizmet hareketini gerekse diðer dindar camialarý eski rejimin þerrinden korumak için elinden geleni yaptý. “Sezar’ýn hakký Sezar’a” deyip teslim etmek gerek bunu.

Mevcut gerilim ise, eski rejimin irtica paranoyasýndan deðil, yeni rejimin kuruluþ sancýlarýndan doðmuþ durumda. Baþlangýç tarihinin 2011 olduðu, özellikle de 2012 baþýndaki MÝT kriziyle patlak verdiði yaygýn bir kaný. Sorunun, seçilmiþ hükümet ile “bürokrasideki cemaat yapýlanmasý” arasýndaki uzlaþmazlýktan çýktýðý da söyleniyor.

Ben, böyle bir “yapýlanma” var mýydý, varsa ne boyutta ve mahiyette idi, bir hüküm veremem. Ama þunu rahatlýkla savunurum: Demokratik bir ülkede bürokrasi mutlaka “profesyonel” olmalýdýr. Yani yasalarda tarif edilen görevini yapmalý, herhangi bir din, mezhep, ideoloji aidiyetine göre davranmamalýdýr. Ve eðer seçilmiþ bir iktidar bürokraside böyle bir adiyet, bir tür “paralel devlet” problemi görüyorsa, buna karþý elbette önlem alabilir. Gerekli gördüðü atamalarý, hatta “tasfiye”leri yapabilir.

Gelgelelim, bürokrasinin profesyonelliði ne kadar önemli bir demokratik ilke ise, sivil toplumun, özel teþebbüsün ve piyasanýn özerkliði de en az o kadar önemlidir.

Ben, dersanelerin kapatýlmasý (yahut “dönüþtürülmesi”) giriþimini, iþte bu özerk alana bir siyasi müdahale olarak görüyor, bu yüzden de baþtan beri yanlýþ buluyorum.

Bu müdahaleyi savunanlarýn bazýlarý, “bürokratik kadrolaþma” þikayetleri dile getiriyor ki, üstte izah ettiðim gibi, sapla samaný karýþtýrma anlamýna geliyor bu. Ýktidarýn bürokrasi üzerindeki meþru tasarrufundan yola çýkýlarak, toplum üzerindeki bir tasarruf giriþimine sýçrama hatasý yapýlýyor.

Bazýlarý da, “konunun cemaatle filan ilgisi yok; bu sadece eðitimle ilgili bir tasarruf” diyor ki, durum öyleyse de kanaatim ayný. Okullar öðrencilerini üniversite sýnavýna iyi hazýrlayamadýðý için ortaya çýkmýþ bir ihtiyacýn özel sektörce karþýlamasýndan ibaret çünkü dershaneler. Sebep ortada dururken sonuçla oynanmasýna aklým yatmýyor.

Þöyle düþünün: Bugün Türkiye’de bir sürü yabancý dil kursu var. Devlet okullarý herkese su gibi Ýngilizce öðretse, bu kurslar ortaya çýkmazdý elbet. Devlet, eðer anlamlý bir dönüþüm hedefliyorsa, çok iyi yabancý dil öðretmeye baþlar, dil kurslarý da talep azlýðý karþýsýnda kendiliðinden kapanýr.

Daha geniþ çerçevede ise, aslýnda tartýþtýðýmýz mesele, devletin objektifliði ve sýnýrlarý gibi temel liberal demokrasi ilkeleri.

Sosyolog Ergün Yýldýrým, Yeni Þafak’taki köþesinde bunu doðru teþhis ederek çözümün “sivil toplum ve politik toplum dengesinin yeniden demokrasiye uygun bir biçimde kurulmasý”nda yattýðýný söylemiþ.

Bu kritik dengeyi kurabilmek için de, þu gergin günlerde herkesin bir adým geriye çekilmesinde büyük fayda var.