Hükümetin nötr kalma şansı ya da hakkı var mı?

İki yıl bekletildikten sonra 17 Aralık sabahı önümüze bırakılan “büyük yolsuzluk ve rüşvet operasyonu” adlı zaman ayarlı siyasi bombanın etkisi azalmadı. Artçıları sürüyor, enkazı ortada, dahası orada duruyor.

Yolsuzluk ve rüşvet öyle suçlamalar ki, üzerine atılanı anında suçlu-zanlı konumuna düşürür ve iradesini iptal eder. 17 Aralık operasyonu için “ince hesaplanmış, iyi planlanmış, siyasi bir suikast” dedirten ve darbe mertebesine çıkaran da bu zaten.

Bu yolla AK Parti Hükümeti’nin siyasi iradesi ipotek altına alınmak istendi. Tırsıp hareketsiz kalmaz ise zaten ele geçirilmiş olan yargı kurumlarının, eski-yeni statükocu medyanın ve kısa vadeli hesaplar dışında akıl üretemeyen muhalefetin garantili desteğiyle, sandıktan aldığı gücün önce ekonomide, sonra siyasette ve çözüm sürecinde oluşacak anafora kapılıp gitmesi planlandı. Yürüyen iş bu ve 30 Mart’a dek değişecek gibi de görünmüyor.

Seçilmiş yetkilendirilmiş meşru Hükümet, seçilmemiş yetkilendirilmemiş gayrimeşru ve hayaletimsi bir güç odağının sistematik saldırılarına karşı hem kendini, hem siyasi alanı, hem de Türkiye’nin kazanımlarını ve geleceğini korumaya çalışıyor.  

Ancak üzerine atılı iddialar nedeniyle her adımı kuşkuyla karşılanıyor. Kuşku, doğal hesapsız ve plan dışı olsa sağlık işareti sayılabilecekken burada, denklemin sonucunu değiştirecek faktörlerden biri olarak kurulup kurgulandığı için sırıtıyor.

Sanki Türkiye’de tarafsız-bağımsız bir yargı varmış gibi, içinde bulunduğumuz olağanüstü bir durum yokmuş gibi, bahsi geçen nevzuhur yapının özellikle emniyette-yargıda-maliyede çöreklendiği bilinmiyormuş gibi davranılıyor. Bu da kriz halindeki sistemi kilitliyor.

Muhalefet neyle meşgul?  

Siyaset kurumunun sistem krizi yaşanırken sorumluluktan kaçmak, kısa vadeli hesapların peşine düşmek gibi bir lüksü olabilir mi?

Meclis’te grubu bulunan siyasi partilerden beklenen şey, yangının nedenini-niçinini tartışmayı erteleyip evin her yanına yayılma riski-kastı- taşıyan alevlerin söndürülmesine yardımcı olmak değil midir?

Krizi tespit, sorunu def ettikten sonra elbette sorumlu arayışına girebilirler. Hatta bilhassa düşmeliler peşine bu soruların. Bir daha bir benzerinin yaşanmaması için de siyasetin vazifesidir bu. Ama şimdi değil.

Şimdi yapılması gereken, her birimizin iradesine tasallut eden hayaletlerin derdest edilmesi için siyasi-hukuki meşruiyeti üretmek ve sistemin bu tür su-i kastlara karşı mukavemetini artırmak olmalıdır.

Sorun yokmuş gibi yapmak yahut ideali tarif etmek reel durumun içinden çıkmamıza yetmiyor çünkü. Sorunun varlığını reddetmek, ötelemek, sadece suçlamak veya “yesinler birbirlerini de meydan bana kalsın” demek siyaseten de ahlaken de doğru değil ayrıca.

İktidar ne yapıyor?

Türkiye siyasetinin en temel sorunlarından biri de bu esasen: İdeal olan ile reel olan arasındaki uçurumun gerçekliğini algılayamamak ve ideale ulaşmak için azımsamadan, bıkıp usanmadan adım adım da olsa olumluya doğru değiştirmenin önemini kavrayamamak. Sihirli değnekten medet ummuyor ve “ideal sopası”yla bağcı dövmek yerine üzüm yemek istiyorsanız, bunun belki de tek rasyonel siyaset olduğunu görememek. 

Soruşturma kapsamında atılan suçlar azımsanacak gibi değil. Hakikatin ortaya çıkarılması, gereğinin şeffaf şekilde yerine getirilmesi şart. Üstünün örtülmesi ise sadece muhalefet bakımından değil taban açısından da mümkün değil. Lakin tabanın da bir öncelik sıralaması var. Mevcut durumda siyasi iktidarın aldığı tutum doğrudur, gereklidir, kaçınılmazdır. İradesini kendisine teslim eden halkı, hayalet yapıların tasallutuna maruz bırakamaz. Siyasi iktidar bunu yapmaz ise parti olarak kaybeder. Ama pratikte bu kayıp Türkiye’nin kaybıdır. Sağlam durmak zorundadır.