Hüseyin Gülerce’yi (ve “Fetullahçý” yapýlanmanýn ahlaksýzlýðýný deþifre eden eski müntesipleri) “itirafçý” sözcüðüyle itibarsýzlaþtýrmaya çalýþan arkadaþa duyurulur:
Kendi durumunu gözden geçirmeyi düþündün mü?
Fikir ve mahalle deðiþtirmiþ herkesi “itirafçý” parantezine alacaksak, seni nasýl tanýmlayacaðýz?
Mahalleni, aidiyetini, iliþkilerini, “dostlarýný” deðiþtireceksin ve geçmiþini pazarlamayý “ekmek kapýsý” haline getireceksin ama bu ve benzeri davranýþlardan türeyebilecek olumsuzluklarý Hüseyin Gülerce’ye fatura edeceksin.
Öyle mi?
Müstear ismin arkasýna gizlenerek yaptýðýn “iþleri” nasýl tanýmlamayý (yahut savunmayý) düþünüyorsun?
Dedikodu yaparak, bel altý vurarak, bir dönem hukuk geliþtirdiðin insanlarýn özel durumlarýný faþ ederek ne yapmaya çalýþýyordun?
En ucuzundan itirafçýlýk deðilse, neydi bu?
Kaldý ki “itirafçý” (itiraf mesleðinin bir ahlaký varsa þayet), bunun sorumluluðunu taþýr, en azýndan “itiraflarýný” sahiplenir ve buna uygun bir ahlak geliþtirir.
Sen bu ahlaký gösteremedin.
Ýncittiklerin ve gadrettiklerin mahkemenin yolunu tuttuðunda, temellük ettiðin yeni kimliði bile savunamadýn; cezadan yýrtmak için korkakça “Þikâyete konu olan müstear isim bana ait deðildir” dedin.
Bir de sana o müstear ismi kazandýrýp piyasaya süren bir yalancý þahit buldun.
Maaile yalan söylediniz.
Utanmadýnýz.
Bugün itirafçý denildiðinde akla gelen ilk isim ne Latif Erdoðan’dýr, ne Nurettin Veren’dir, ne Said Alpsoy’dur, ne Selim Çoraklý’dýr, ne de Hüseyin Gülerce’dir...
Ýtirafçý denildiðinde akla gelen ilk isim sensin.
Bu kimlik (itirafçý kimliði) bir “onursuzluða”, bir “eksik tutum”a, bir ahlaksýzlýða iþaret ediyorsa, zihinlerde beliren ilk isim de sensin.
Maalesef sensin...
Kaldý ki, vatanýn ve milletin yanýnda yer almak ne zamandan beri “itirafçýlýk” oldu?
Hem, býrak güya lakayt ve boþ vermiþ bir tutum takýnýp polemikte üste çýkmýþ ayaklarýna yatmayý da, Hüseyin Gülerce’nin gündeme getirdiði meseleyi bir vuzuha kavuþtur.
Neredeyse bütün bir Türkiye’nin (tabii bu satýrlarýn yazarýnýn da), “Biz hizmet hareketi sanýyorduk, her türlü yardýmda bulunuyorduk, meðer terör örgütüymüþ, Erdoðan’a yargý üzerinden darbe yapmayý bile planlamýþlar” dediði o netameli 17-25 Aralýk sürecinden sonra bile, “Fethullah’ýn yaptýðýna ‘darbe’ diyebilir miyiz?” baþlýðý altýnda FETÖ’yü þu þekilde savunuyordun: “17/25 Aralýk olayý için ‘darbe’ diyemeyiz. Hatta ‘darbe giriþimi’ bile diyemeyiz. Neden? Böyle bir darbenin gerçekleþtirilmesi için ‘silahlý güç’ þart. Oysa Fethullah’ýn silahlý gücü falan yok. ‘Ama polis falan’ diyecek olanlara soruyorum: Bir-iki yargýç, savcý ve polis þefiyle darbe mi yapýlýr? Böyle bir darbenin gerçekleþtirilmesi için ‘tank, top, jet’ falan þart. Oysa Fethullah’ýn savcýsý, yargýcý, polisi falan var ama tanký, topu, jeti yok...”
Tanký, topu, jeti falan var mýymýþ, yok muymuþ?
Eski bir itirafçý olarak, bu konudaki yanýlgýna da bir açýklýk getirir misin, “hikâyeni” yazmayý düþünür müsün?
Madem mahalle ve fikir deðiþtirenlere “hikâye” þartýný koþuyorsun...
Senin hikâyen ne?
Elan içinde bulunduðun durumu nasýl gerekçelendiriyorsun?
HAMÝÞ
Fýrýndan yeni çýkmýþ bir kitap: “Darbelerin Efendisi, HOCÝA.” Kendisine “din adamý” süsü veren CIA köstebeðini ve 15 Temmuz darbe giriþimini merak edenlere þiddetle tavsiye olunur.
Selim Çoraklý yazdý. Eftalya Yayýnlarý: 0212 506 13 84.