Hüseyin Gülerce’ye

Bu yazı Hüseyin Gülerce’ye hitaben yazıldı.

Baştan söylemeliyim Gülerce ‘herşeye rağmen’ sevdiğim, saygı duyduğum ve fikirlerini önemsediğim birisidir.

O cemaat >camia >hizmetin vicdanıdır, akl-ı selimidir. Şu günlerde onun aklı selimliğine, olgunluğuna ihtiyaç olduğuna inanıyorum. Bilirim ki ‘kritik durumlarda’ söyledikleriyle de olaylara bakışıyla da beni rahatsız ettiği kadar içinde bulunduğu hizmeti de zaman zaman rahatsız etmekte ve o bile hizmetin içerisinde ender de olsa ayrıkotu konumuna düşmektedir.

‘Yargı-MİT çatışması’ yaftasıyla başlayan, birilerinin ellerini ovuşturmasına sebep olan ‘cemaat-iktidar kavgası’ bu kez de ‘dershane’ tartışması olarak karşımıza çıktı.

Üstelik Türkiye’nin ‘şimdi kardeşlik zamanı’ ilanlarıyla donatıldığı bir dönemde ‘dershane’ tartışması neredeyse kan davasına dönme noktasına getirildi. 

Doğrusu hepimizin anlamaya çalıştığı yeni bir durumla karşı karşıyayız.

***

Siyasi irade ısrarla ‘eğitim reformu’ derken Başbakan Erdoğan ‘kapatmıyoruz dönüştürüyoruz, akibeti de hayır olacak, kimseyle alıp veremediğimiz yok, kardeşlerimle niye husumetim olsun’ derken...

Hizmet ısrarla ‘eğitime darbe’ diyor.

Gönül diline yakışmayan bir üslupla ‘diktatörlük, totaliterlik, darbe’ suçlamalarına ısrarla devam ediyor.

Kimsenin kimseyi dinlemediği bir ortamın oluştuğunu söylemeliyim.

Gülerce’ye hitabım tam da bu yüzden...

Gülerce Perşembe günkü köşesinde, Başbakan’ın dershanelere ilişkin yaptığı açıklamaların kendisini şaşırttığını hatta üzdüğünü yazdı. 

Bilakis, Başbakan Erdoğan’ın açıklamasında ne yadırganacak bir durum sözkonusuydu ne de o akşam kendisini dinleyip de ikna olmamak mümkündü.

Sadece bir hususu yadırgadığımı belirtmeliyim; günlerdir Firavun olmakla, darbe yapmakla suçlanan birisi olarak çıktığı yayında -ki kırıldığı-incindiği halinden belliydi- keşke ‘karşı taraf’ sözünü sarf etmeseydi.

Ama bu kadar kara kampanyanın yapıldığı bir süreçte bunun bile anlaşılabilir bir durum olduğunu söylemeliyim.

Gelelim Hüseyin Gülerce’ye:

Dershane tartışmasının nasıl bir anda ‘kapanamaz tabusuna’ dönüştüğünün ikna edici bir cevabı var mı?

Sektörde sadece %25 ağırlığı olan cemaat, ‘dershaneler’ tartışmasının nasıl tek muhatabı haline geldi ve ‘cemaati bitirme operasyonu’ alınganlığına döndü?

Diyelim ki, daha düne kadar sizin söyleminizle ‘Cumhuriyet tarihinin gördüğü en icracı, en uyumlu, en gayretli, en başarılı’ hatta ‘demokratikleşme konusundaki siyasi iradesi, başta Başbakan Erdoğan olmak üzere tüm kabinesi tarihe geçen’, ‘ülkesini seven insaf sahibi hiç kimsenin tökezlemesini’ istemeyeceği bu hükümet bir şuursuzluk yaptı ve gerçekten dershaneleri kapatıyor...

Evvela, bunu şimdi mi duydunuz? Adamlar 2008’den bu yana bangır bangır bağırıyorlar ‘dershaneler garabettir’ diye... Ve ‘kalkınma programlarımıza da aldık, gizli saklı değil’ diyorlar.

Başbakan Erdoğan’ın açıklamalarına bakılırsa Hüseyin Çelik’ten itibaren tüm MEB bakanlarından ‘dershanesiz bir Türkiye’ projesi istemiş...

Hizmet’in açıklamalarına bakıldığında da, şu manzara ortaya çıkıyor.

Diyaloğun, hoşgörünün, uzlaşmanın temsilcisi olan ve şu yeryüzünde ikna edemeyecekleri kimse olmayan cemaat gidip Başbakan Erdoğan’la adamakıllı görüşüp bir hal çaresini bulmak ve Türkiye açısından faydalı olacak projeye katkı vererek projenin tarafı olmak yerine, sekiz yıl boyunca ‘bakan ve bürokrat’ ikna ederek ‘yavaşlatma’ yolunu seçmiş ve bu yöntemin de ilanihaye devam edeceğine inanmışlar!

El insaf...

Ne oldu sağduyuya? Hani hoşgörü vardı, diyalog vardı? Uzlaşma vardı, gönüller kırılmayacaktı?

Bütün dünyaya kendini anlatan cemaat bir Başbakan Erdoğan’a mı kendini anlatamadı?

Hüseyin ağabey ‘üzüldüm, şaşırdım, yaralandım’ derken etrafa da bakmak gerekiyor, kim ne diyor?

Sonuçta kimse peşinen mutlaka dershaneler bu haliyle kalmalıdır demiyor.

Kimse toplumsal hayatın her alanına ilişkin önermeler ve politikalar geliştirip, seçimlere katılan ve halk oyu ile iktidara gelen bir siyasi partiye bu alanda düzenleme yapamazsınız demiyor.

Başbakan Erdoğan da, hepimizin sevdiği Nabi Hoca’da ısrarla bir şey diyor: İyi niyetliyiz, akibet hayırlı olacak.

Kulak vermeye değmez mi?

Sopalarımızın üzerinde ‘Allah için vur’ yazıyor. Biz vurmaya devam edeceğiz, mesele dershaneler değil’ diyorsanız o başka...