Uyku dosyasına bu hafta da devam ediyoruz. Konu o kadar geniş, kapsamlı ve merak uyandırıcı ki sizlerin geri bildirimlerine göre birkaç hafta daha devam edebiliriz. Biraz da uyku bozukluklarından bahsedelim. Huzursuz Bacak Sendromu önceleri psikiyatrik bir hastalık sanılan, sonradan nörolojik bir hastalık olduğu anlaşılan, toplumun yaklaşık yüzde 10-15’inde görülen bir sendrom. Aslında oldukça rahatsız edici bir hastalık. Bu hastalığa sahip olanlar bile bu durumun kendilerinde psikolojik olarak geliştiğine inandıkları için, doktora gitmekte gecikip yıllarca bununla yaşayabiliyorlar. Özellikle geceleri ortaya çıkan Huzursuz Bacak Sendromu’nda, uykudan uyandıran ya da uykuya dalmayı engelleyecek derecede bacaklarda ve ayaklarda sürekli bir hareket ettirme isteği vardır. Hatta hastaların bir kısmını doktora eşleri getirir. Hastalar bacaklarını gerdiklerinde ya da hareket ettirdiklerinde bir miktar rahatladıkları için bunu sürekli yapma isteği hissederler. Ya yatakta sürekli kıpırdatırlar ya da ayağa kalkıp dolaşırlar, ayaklarına su tutarlar. Beraberinde ayaklarda karıncalanma hissi de eşlik edebilir. Uzun süreli uçak/otobüs yolculukları, sinemada uzun süre oturmak da hastalığın tetikleyicilerindendir. Huzursuz Bacak Sendromu bir süre sonra uyku kalitesini dolaylı olarak da yaşam kalitesini bozar. Aslında tanısı ve tedavisi en basit hastalıklarından birisidir. Meslek hayatımda en çok memnuniyetle ayrılan hasta listesinin başında Huzursuz Bacak Sendromlu hastaları gösterebilirim. Huzursuz Bacak Sendromu kadınlarda erkeklerden iki kat daha fazla görülür. Hastalığın nedeninin beyindeki nöro-aracı moleküllerden olan dopamin eksikliği olduğu düşünülüyor. Bazen başka bazı hastalıkların belirtisi olarak da ortaya çıkabiliyor. En çok anemi (kansızlık) hastalarında gözlenir. Onun dışında diyabet, varis, tiroid hastalıkları, parkinson hastalığı ve bazı vitamin eksikliklerinde de görülebilir. Hastaların bir kısmında genetik özellik de vardır. Ailede başka hasta varsa olasılık biraz daha yükselir. En başta belirttiğim gibi tedavisi aslında kolaydır. Hastaların çoğu idiyopatik denen belli bir nedene bağlı olmayan hastalardır. Ama hastalığı artıran nedenlerden olan kansızlık, vitamin eksiklikleri varsa mutlaka giderilmelidir. Ona rağmen düzelme yoksa eksik olanı yerine koyma prensibi ile dopamini artıran moleküllerle başarılı bir şekilde tedavi edilebilir. Eğer böyle bir rahatsızlığınız varsa bir nöroloji hekimine görünmenizi tavsiye ederim.
Az uyuduğumuz ya da uyuyamadığımız gecelerin ertesi günü hem hareketlerimiz hem de düşünce hızımız yavaşlar. Uykusuz gecelerin ertesi gününü geçirmek genelde işkence gibidir. Ne söyleneni anlarız ne de yaptığımız işe kendimizi verebiliriz. Anksiyete yaşayanların yüzde 70-80’ine uyku sorunları da eşlik eder. Anksiyete ve uyku arasındaki ilişkinin beyindeki yansıması şimdiye kadar pek üzerinde çalışılmayan bir konuydu. Kaliforniya Üniversitesi/Berkeley’de geçtiğimiz yıl yapılan bir çalışmaya göre, uykusuzluğun anksiyetede olduğu gibi, beynimizin duygu işlemleme ve yönetme merkezini etkilediği öne sürüldü. Eğer uykusuzluk sürekli hale gelirse bir süre sonra anksiyete bozukluğuna neden oluyor. Uykumuzu düzenli aldığımız zaman beynimizin duygu yönetme alanları sağlıklı çalışabiliyor. Gerekli anlarda duygularımızı düzenleyip, sakin kalmamızı sağlıyor. Uykusuz olduğumuz zamanlarda ise duygularımızı yöneten merkez sağlıklı çalışmıyor ve gerekli anlarda sakin kalmamız imkansız hale geliyor. Bu da anksiyeteye sebep oluyor. İyi bir uyku duygu düzenleme alanlarımızın sağlıklı çalışmasını ve ertesi güne anksiyetesiz uyanmamızı sağlıyor. Anksiyete geliştikten sonra uykusuzluk tetikleniyor. Aslında tam bir kısır döngü oluşuyor. Uyuyamadığımız zaman anksiyeteye giriyoruz, anksiyeteye girdiğimiz için de uyuyamıyoruz. Uyku beynimizin kendini ertesi güne hazırlaması için çok kıymetli. O yüzden uykunuzdan fedakarlık ederken aslında beyin sağlığınızı tehlikeye attığınızı unutmayın!
Daha önce dans etmenin Alzheimer hastalığına karşı koruyucu olduğundan bahsetmiştim. Frontiers in Human Neuroscience dergisinde yayımlanan bir çalışmada, dans etmenin hafıza ve öğrenme ile ilgili beyin bölgelerindeki yaşlanmaya bağlı etkileri engellediği öne sürülüyor. Araştırmada, ortalaması 68 yaş olan gönüllülerden oluşan bir gruba, 18 ay boyunca dans dersi verilirken diğer gruba ise esneme egzersizleri yaptırılıyor. Her iki grupta da hafıza ve öğrenmenin ana bölgesi kabul edilen hipokampusta artış gözleniyor. Dans öğretilen grupta hipokampustaki hacim artışının daha fazla olduğu saptanıyor. Hareket etmenin hem beden sağlığımıza hem ruh sağlığımıza iyi geldiğine dair birçok çalışma var. Dans etmek hareket etmenin en keyifli biçimi. Hafıza üzerindeki olumlu etkilerini de düşünürsek, hem yeni bir şeyler öğrenmenin hem de fiziksel hareketin pozitif getirilerini aynı anda yaşamamızı sağlıyor.