Bundan 10 sene önce yine bir 8 Mart vesilesiyle Hz. Hatice’yi konu alan bir makale yazmýþtým. Hz. Hatice ama daha çok da “Müslüman kadýn”ýn Hz. Hatice ile irtibatsýzlýðýydý meselem.
Kendimden yola çýkarak yaptýðým bir genellemeydi ama kuþkusuz bir gerçeðe tekabül ediyordu.
Hz. Hatice ile irtibat kuramayýþýmýz, kursak bile o irtibatýn hayatýmýzda bir deðiþikliðe yol açmayýþýydý mesele ettiðim þey.
Hz. Muhammed ve Hz. Hatice’nin sünneti ve birlikte ortaya koyduklarý örneklik, kadýný onurlu ve mücadeleci yönünü ile öne çýkartýrken Ýslam ve kadýnýn yan yana zikredildiði cümlelerin kahir ekseriyetinde kadýn hep ikincil pozisyonda yer almakta, “Ýslam’da kadýnýn rolü, geri býrakýlmýþlýðý, ezilmiþliði” gibi baþlýklara konu edilmekte.
Hz. Hatice’den bize intikal eden sünnet son derece berrak oysa. Ne var ki modern ikonlarla formatlanmýþ belleðimizde yer kalmamýþ ona.
Simone de Beauvoir’ý, Rosa Parks’ý, Virginia Wolf’u iyi biliyorduk, onlarýn devrimci ya da bohem hallerinden ilham alabiliyorduk ama Peygambere yoldaþ olmuþ, risaletin en çetin yýllarýný malý ve canýyla göðüslemiþ olan Hz. Hatice’yi hayatýmýza indiremiyorduk.
Hz. Hatice ile aramýza konulan bu mesafenin bir sebebi olmalýydý. O sebebi bulursak mesafeyi de kaldýrabilirdik.
***
Hz. Hatice, Peygambere gelen halin vahye muhatap olma hali olduðunu ona bildiren, bu anlamýyla vahyi ilk tanýyan kiþi. Yani Peygamber olduðunu Hz. Muhammed’e haber veren Hz. Hatice. Dolayýsýyla ilk iman eden, Hz. Muhammed’in Peygamberliðini ilk tasdik eden de o.
Bu demek ki Hz. Hatice bizim de halkasý olduðumuz, olmaya çalýþtýðýmýz bir eylemin ta en baþýnda. Onlarý birbirine eþ kýlan iradenin, Haticet-ül Tahire ve Muhammed’ül Emin olarak onlarý buluþturanýn muradý olmalý. O murattan bize düþen bir pay ve sorumluluk da tabii ki...
Hz. Hatice’yi kutsayarak baþýna taktýðýmýz haleler, onunla konuþmamýzý, onu hayatýmýza eklememizi zorlaþtýrýyor. Galiba sebeplerden birisi bu. Yoksa Hz. Hatice gibi bir örneklik varken, “Müslüman kadýnýn ikincilliði”, “Ýslam toplumlarýnda kadýnýn durumu” gibi yüzyýllardýr tartýþýlan lakin yine de aþýlamayan bir sorunumuz olabilir miydi?
Bir diðer zorluk ‘geçmiþ’le kurdumuz iliþkiden kaynaklanýyor. Geçmiþe bakýþýmýz onu bugüne ve yarýna katmayý zorlaþtýracak denli muhafazakar çünkü.
O kadar muhafazakarýz ki geçmiþ konusunda, ona kapý aralamak þöyle dursun açýlabilecek tüm kapýlara kilit vuruyoruz, geçmiþi geçmiþte muhafaza etmeyi yeðliyoruz. Modernistlerin ve gelenekçilerin birbirinin zýddý gibi dururken hemfikir olduklarý nokta bu iþte...
Geçmiþle bu tip bir irtibatsýzlýk ya “Kur’an bize yeter” demeye götürüyor ya da tarihi dondurmaya, sünneti yaþanmýþ canlý bir þey deðil okunmuþ katý bir þey gibi algýlamaya...
Oysa sünnet dediðimiz þey hayattýr, eylemdir. Halkasý olduðumuz bir zincirdir sünnet. Yürüttüðümüz davadýr!
Ýslam kadýný da erkek gibi siyasi bir varlýk olarak kodluyor. Çünkü ona eyleminin sorumluluðunu yüklüyor. Ve bize bunu en iyi Hz. Hatice’nin sünneti anlatýyor.
***
Peygamberimiz Hz. Hatice için “Ümmetimin en hayýrlý kadýnýdýr” diyor. Bu sözüyle bizi Hz. Hatice’nin sünnetine davet ediyor.
Pusulanýn kaybolduðu, ak ile karanýn, eðri ile doðrunun flulaþtýðý yerde bize neyin ne olduðunu gösterecek olan iþte bu sünnet.
Peygamberin sünnetine ulanmýþ ve onun tasdik ettiði bir sünnet; Hz. Hatice’nin sünneti.
Alabildiðine güçlü, alabildiðine fedakar.
Eþitlik yarýþýný anlamsýzlaþtýracak bir deniz feneri. Bu sünnete katýlan için iktidar mücadelesi biter, insanlýk mücadelesi baþlar.
Dini araçlaþtýran tüm yapýlar ve kiþiler için turnusol kaðýdý olarak bu yeter.