‘'İbrahim'in Bahçesi'...

'Ey ateş, İbrahim'e karşı serin ve selamet ol' dedikten sonra Rabbimiz, Hz. İbrahim'i bir mancınıkla, günlerdir harlatmakta olduğu ateşlerin içine fırlatan zalim Nemrut, büyük bir hayrete düşer...

Zalim düşerken, İbrahim Peygamber geçer. Ateşten içeri geçer. Artık o, Rabbini 'Hakkel yakin' olarak bilmekte ve onun aşkıyla hemdem olarak, büyük bir dönüşümün içindedir. Aşkın, ateşi gül bahçesine dönüştürdüğü bir demdir bu dem. Hz. İbrahim ile Rabbi arasında bir mintan veya bir beden- ten olarak bile ayrılık kalmamıştır... O, ateşleri aşk denizine çeviren bir aşamada sanki safi bir kalp gibi atmaktadır. Aşk bahçesinde, odunlar birer balık, harlayan alevler serin çağlayan pınarlara dönüşmüştür... Artık abdesti ateşten, secdesi ateşten, duaya açılan elleri ateşten, yani; abdesti gülden, secdesi gülden, duaya açılan elleri gülden bir hale geçmiştir. İbrahim Peygamber, ateşten içeri geçmiştir...

Zalimin, kıskancın, hasedin, kibir ve hüküm sahibinin şerri, ateşe benzermiş... Masumun, doğrunun, merhametli olanın, mütevazi ve ahlak sahibi olanın hali ise gül bahçesine benzermiş...

Hz. Peygamberimiz (sav) ile İsra Gecesinde buluştuklarında, Hz. İbrahim, Müslümanlara selam söyledi. '"Ey Muhammed! Ümmetine selâm söyle ve onlara bildir ki, Cennet toprağı hoş ve temiz suyu tatlı ve kendisi geniş ovalardır. O ovaların ağaçları ise, "Sübhanallahi, ve'lhamdülillah ve lâ ilahe illallahü val-lahü ekber velâ havle velâ kuvvete illâ billah"tır' dedi. Hayatını o cennet ağaçlarını düşünerek dualar ve zikirlerle süsleyenlere selam olsun...

Tarihlerin anlattığına göre; insan sevgisiyle dolup taşan, merhametiyle bilinen, özellikle çocuklara çok düşkün bir peygamber olan Hz. İbrahim, çoğu kez, etrafını çocuklar sarmış şekilde gezinirmiş konakladıkları vakitlerde. Seyahat, tebliğ ve Allah yoluna davet için gidilen yollar onun ve ailesinin, ashabının kaderi imiş... Bir yerden bir yere Allah için geçen, yürüyen, bir yeri Allah için geride bırakan bir adam... Çok sevilen ve çok sevgi dolu bir insan ki dünya imtihanları da hep bu sevmekler üzerinden...

Çocukları bu kadar çok sevdiği halde uzun yıllar çocuğu olmaz, uzun yılların ardından baba olur, bu kez de oğlundan ayrılması kaderi belirir, bu kıssa daha da bitmez, evladını Allah yolunda 'kurban' etmesi emri gelir... Emir yücelerden gelince, demiri eritir, ateşi güle çeviren, bu kez de gül bahçesine benzeyen gönlündeki en nadide gülü hatırlatır... İbrahim, hani sen batanları hiç sevmezdin? İbrahim hani sen bitenleri hiç sevmezdin? Ne oldu kalbine senin? Cennetin ağaçlarına ne oldu? Tüm bu fısıltılar arasında İbrahim, gönül bahçesindeki en nadide gülü, söz verdiği gibi Bahçe'nin Sahibi'ne vermeye razı olur...

Peki ya gül? O ne yapsın? Daha o kadar taze, daha o kadar saf ve temiz ki? İsmail'in özü gül, siması gül; 'babacığım' diyor, 'ben razıyım'... Annesi Hacer Hatun onu öyle has yetiştirmiş çünkü. Babasından gurbette oldukları halde, namusuna, şerefine, kalbindeki hakikatine dayanarak yetiştirmiş o gül çocuğu, İsmail onun kandili, İsmail onun güneşi, İsmail onun biricik kuzusu... Ama öyle güzel yetişmiş ki o seçkin çocuk! Ben razıyım diyor.

Böylece kurbanların ilki oluyor!

Her kurban, her şehit, işte Hz. İbrahim'in iman aşkıyla, ateşi gül bahçesine çevirdiği o gül denizine doğru yola çıkıyor...

Rahmeti gazabını aşmış Yüce Mağfiret Sahibi, bıçaklara 'kesme' diyor, ateşlere 'serin ol' dediği gibi. Bıçak, gözlerini örtüyor, kayaya vursan ikiye böler, İsmail'in boynunda ise gül yaprağına dönüyor...

Derken göklerden bir koç yollayınca, Rahman ve Rahim olan Allah, koç, İsmail'in yerine geçiyor... Ama İsmail, bir zamanlar babasının geçmiş olduğu güller bahçesine, çoktan girmiş bile... O bahçe; rıza bahçesi...

Kurban Bayramı, babaları, oğulları ve anneleri birleştiren bir bayram... Mübarek olsun.