İcabında barışçı, icabında savaşçıydı

Silivri’de yatan zat, Türkiye’nin “terör ihraç eden bir ülke” olduğunu söylüyor.

Pardon, yazıyor.

Hem mevkuf, hem de bir gazetenin başyazarı.

Hatırlatmayı da ihmal etmiyor tabii: “Yurtta sulh, cihanda sulh...”

Pol Pot yöntemlerinden medet uman bir arkadaş bu...

Bir partinin genel başkanı...

Bir zamanlar “Kemalist burjuvazi işçi sınıfını ezmiştir” diyordu.

Kıbrıs’ta “işgalci” olduğumuzu söylüyordu.

Bekaa’larda, şuralarda buralarda dolaşıyordu, terör örgütü tarafından tören kıtasıyla karşılanıyordu, gül alıp gül veriyordu, “ilericilerin tankları var” diyordu, darbe destekçiliği yapıyordu.

Şimdi “Atatürkçü” olmuş.

Madem bütün önermelerinin sonunu “yurtta sulh cihanda sulh” özdeyişiyle bağlayacaklar, sevabına hatırlatalım o zaman:

Bir zamanlar işçi sınıfını ezdiğini söylediğiniz Kemalizm (dolayısıyla bu izm’in patent sahibi Mustafa Kemal), o kadar da sulhçu değildi.

İcabında barışçı, icabında savaşçıydı.

Şartlar neyi gerektiriyorsa, ona göre davranıyordu.

Savaşçıydı.

Çünkü, “ehli salibin” yaratacağı oldubittiye karşı “Türkiye-Suriye-Irak Federasyonu”nu önermişti. Türkiye Büyük Millet Meclisi zabıtlarından öğrenebilirsiniz. 1921’e ait evrakı tarayın, bütün tutanakları okumaya kalkışmayın, zamanınızı israf etmeyin.

Barışçıydı...

Çünkü, hem İngilizlerin mukavemetini görmüş, hem de federasyon fikriyatının başımıza açacağı gailelerden haberdar kılınmıştı... Akıllı bir adamdı. Durduk yerde İngilizlerle dalaşmanın maliyetinin ağır olacağını hesap ediyordu.

Savaşçıydı.

Çünkü, Hatay meselesi çıkınca, “yurtta sulh cihanda sulh” ilkesini bir kenara bırakmış, Hatay’ı yurt topraklarına bağlamanın hesaplarını yapmaya koyulmuştu. İşi ağırdan alan İsmet Paşa’yı motive etmek için de, “Gerekirse çete kurar, gider Hatay’da savaşırım” demişti.

Barışçıydı...

Çünkü “müstevlilerle” papaz olmak istemiyordu... Bu yüzden Musul’dan vazgeçmiş, dünyanın en barışçı metni olan Lozan anlaşmasında bunu kayda geçirmişti.

Hadi Mustafa Kemal kendi koyduğu ilkeyi çiğnedi diyelim.

Kıbrıs’a çıkarma yaptığımızda siz neden “yurtta sulh cihanda sulh” diye ünlemediniz?

Pardon...

Kıbrıs çıkarmasına karşıydınız siz...

Elbette “yurtta sulh cihanda sulh” ilkesine bayıldığınız için değil.

Rum kesimindeki “emekçilerin” darbe yapma hakkı ellerinden alındığı ve Kıbrıs bir “Yunan adasına” dönüştürülemediği için karşıydınız ve daha da ileri gidip “adada işgalci olduğumuzu” söylüyordunuz.

Şimdi de, işgal edilmiş adanın, (yani Rum emekçilerinin elinden alınmış kara parçasının) Recep Tayyip Erdoğan tarafından Rumlara satıldığını ileri sürüyorsunuz.

Hani, “Dayan Denktaş” mitingleri düzenlemiştiniz.

Ergenekon sanığı rektörleri seferber edip, üniversitelerden profesyonel göstericiler toplamıştınız

Merhum Denktaş’ı hasta yatağından kaldırıp, miting otobüsü üzerinde, şehir şehir dolaştırmıştınız.

Hafızanızı yoklayın...

Deniz Gezmiş’in idamına el kaldıran Süleyman Demirel’le, büyük sosyal demokrat ve ülkücü Sinan Aygün’ün desteğini almayı da ihmal etmemiştiniz tabi...

Demirel tek satırını bile okumadığı Annan Planı’na verip veriştiriyor, Sinan Aygün de kanal kanal dolaşarak “grafiklerle” Kıbrıs’ın nasıl satıldığını anlatıyordu.

Siz busunuz işte...

Suçüstü yakalanmaya doymuyorsunuz.