İçki düzenlemesi ve kültür savaşımız

AK Parti’nin geçirdiği yeni içki düzenlemesi epey gürültü kopardı. Bazıları bunu bir “yaşam tarzı müdahalesi” olarak algıladı. Milliyet yazarı Kadri Gürsel, Al Monitor sitesindeki yazısında, “içkiye karşı AKP cihadı” olduğunu bile yazdı.

Peki durum hakikaten böyle mi?

Bence pek değil. Çünkü yeni yasadaki yasak ve kısıtlamaların hemen hepsinin örnekleri, liberal demokrasilerle yönetilen Batı ülkelerinde de var. AB üyesi ülkelerin üçte birinde saat kısıtlaması, yarısına yakınında da içki reklamı yasağı var örneğin.

ABD’de de benzer kurallar geçerli. Mesela Texas eyaletinde “bir kilise veya okuldan 300 feet mesafe içinde içki satılamaz” kuralı var ki, bu da 91 buçuk metre ediyor, yani bizdeki 100 metre sınırından azıcık kısa. Sokak ortasında içki içilmesi de ABD’nin hemen her yerinde yasak.

Ancak ABD’nin bir hoşluğu da var: Sistem federal ve adem-i merkeziyetçi olduğu için, her eyalet, hatta eyaletler içindeki her bölge, kendi kuralını koyabiliyor. O nedenle “muhafazakâr” bölgelerde içki kuralları daha sıkı iken, “liberal” bölgelerde daha gevşek. Bizde ise sistem merkeziyetçi olduğu için, Konya Beyşehir de aynı kanuna tâbi, İstanbul Beyoğlu da. (Buyrun size adem-i merkeziyet için bir ilave gerekçe.)

Kadıköy’de şeriat?

Peki ama “şeriatçı” olmayan liberal Batılı ülkelerde niçin böyle kurallar var?

Çünkü alkol kullanmak, her ne kadar bir bireysel tercih meselesi olsa da, diğer insanları da etkileyebildiği için, regülasyon gerektiriyor. Aşırı içerek sarhoş olan bir insanın başkalarını rahatsız etmesi, hatta tehlike oluşturması mümkün. Bu yüzden ABD’de “public intoxication”, yani “kamusal alanda sarhoş gezmek” diye bir suç var.

Türkiye’de de içki regülasyonu gerektiği ise, Kadıköy’ün CHP’li belediyesinin iki ay kadar önce getirdiği kurallardan belli. Belediye başkanı Selami Öztürk’ün o zaman söylediği şu sözler kayda değer:

Kuyumcular saat 19’da kapatılmaktadır. Buradan hareketle ‘Altın kullanımı veya satışı yasaklandı’ denilemeyeceği gibi bizim [içki satış saatlerini sınırlama] kararımıza da ‘içki yasağı’ denilemez.”

Peki ama CHP’li belediyenin yaptığını AK Parti yapınca neden kıyamet kopuyor?

Çünkü o zaman mesele, objektif bir düzenleme olarak algılanmaktan çıkıp, Türkiye’nin kadim “kültür savaşı”nın yeni bir cephesi haline geliyor. Dahası seküler kesim, bunun sadece bir “aşama” olduğundan, nihayetinde tüm ülkeye “içki yasağı” geleceğinden korkuyor.

Peki bu korku yersiz mi?

Din ve özgürlük

Bana sorarsanız, kısmen yersiz, kısmen değil.

Kısmen yersiz, çünkü problemin bir kısmı seküler kesimin paranoya ve fobilerinde yatıyor. Bunlar yüzünden yıllarca başörtü yasağı dayattıklarını biliyoruz.

Ancak muhafazakâr dünyadan çıkan bazı sesler de, diğer insanları haklı endişelere gark edecek mahiyette. “İçki haramdır, mel’undur, dolayısıyla tabii yasaklanmalıdır” diyen çok kişi var.

Oysa içkinin mahiyetine dair inancınız, sadece sizi bağlar. Nasıl ki “namaz farzdır” diyerek herkese zorla namaz kıldıramazsınız, “günah” saydığınız fiilleri de zorla engelleyemez, ancak tebliğ ve tavsiyede bulunabilirsiniz. Zaten aksi halde de, münafıklık ve din düşmanlığından başka bir şey geçmez elinize.

Muhafazakâr camianın bu özgürlük meselesini biraz tartışmasında ve bir ilkeye bağlamasında fayda var. İktidarın da, “dindar nesiller” veya “milli içki” gibi adeta “milli yaşam biçimi” ima eden kavramlardan kaçınması iyi olur.

Sonunda hepimizin görmesi gerekiyor ki, biz sadece etnik değil kültürel yönden de çok-renkli bir milletiz: “Tarikatçı”mız da var, “akşamcı”mız da. Ve hepsi, objektif kurallar dahilinde, özgürlüğü hak ediyor.