‘İdeal’i ararken ‘mümkün’ü kaybetmek

Önce adını doğru koyalım, biz aslında sadece dershaneleri konuşmuyoruz. O konu üzerinden, Ak Parti ile Gülen Cemaati arasındaki gerilimi tartışıyoruz.

Ama tartışma hangi alanda yürüyorsa, o alanda da konuşmak zorundasınız.

**

Dershanelerle ilgili fikirlerimi daha önce yazmıştım: (Dershaneye değil ‘ders’e bak!)

Serbest piyasa ekonomisinin geçerli olduğu bir açık toplumda, bir kurumun ihtiyaç olup olmadığına ilişkin kararı, ona yönelik talep belirler. Bugünkü eğitim sistemi ilkel, kötü ve verimsiz olduğundan dershaneye ihtiyaç duyulmaktadır ve bu sorun yasakla ortadan kaldırılamayacağı için, ona ihtiyaç sürdükçe dershaneler de var olacaktır; legal veya illegal.

Dershaneleri özel okula dönüşmeleri için teşvik etmeyi öngören bir düzenleme, sadece teşvikten ibaret olduğu ölçüde kabul edilebilir; ama her halükarda dönüşmek istemeyenin varlığını korumasının mümkün olması kaydıyla.

Bülent Arınç’ın açıklaması kaygıları bir ölçüde gidermesi bakımından önemliydi. Şimdi yapılması gereken, konuyu makul bir zeminde yeniden ele almak olmalı.

**

Asıl meseleye gelince…

Türkiye’de vesayet rejiminin geriletilmesi kolektif bir mücadelenin ürünüydü. Sağdan, soldan, İslami kesimden, azınlıklardan sivil ve demokrat duyarlılığı olanlar, beraberce gerilettiler “bürokratik oligarşi”nin barikatını.

Ama vesayet rejimi henüz bitmedi.

Şimdi müesses nizam, girdiği her mücadeleyi kaybettiği bir siyasi liderlikle karşı karşıya olduğunu artık anlamış ve kendisini beklemeye almış durumda. O yeniden tırnaklarını çıkarmadan onu tasfiye etmek, oligarşiden demokrasiye geçişi tamamlamak zorundayız.

Ondan önce demokratik koalisyona zarar verecek her eylem hayati bir hata olacaktır.

Bana kim kulak verir bilmem. Yaşadığımız muazzam değişim ve dönüşümle mütenasip olmayan akıl dışı bir dizi gerilimi yaşıyoruz şu sıralar ve revaçta olan da kılıç kalkan ekipleri.

Ve bu zamansız sağduyu kaybı, yüzyıllık demokratikleşme umudunu riske ediyor.

**

“Birlikte kazanmışlardı, birlikte kaybediyorlar” diyordu Ruşen Çakır. Bu aslında bütün demokrasi güçleri veya sivil koalisyon için geçerli.

Hükümet, yeniden kuşatıcı bir perspektif ve dille, travmatik bir toplumda siyaset yaptığını hiç unutmadan ve bu korkuları depreştirecek tartışmalar açmadan, eski demokratik koalisyonu restore edecek biçimde, reformlara aralıksız devam etmeli.

Mesele bundan ibaret değil elbette. Siyasetin bir “değer paylaşımı” anlamına geldiğinin, bunun da her zaman bir gerilimi ifade ettiğinin ve yaşananların bununla ilgili bir boyutunun da olduğunun farkındayım.

Ama siyasetin başka bir tanımı daha var. O da “siyaset mümkün olanın, ulaşılabilir olanın sanatıdır” diyen Bismark’ın tanımı.

**

Özal döneminde Türkiye’nin bir daha eskisi gibi olamayacağını, artık o cenderenin kırıldığını düşünenler feci şekilde yanıldılar. Alternatif Demirel’di ve onunla beraber Türkiye yeniden 90’ların kanlı batağına ve 28 Şubat’a uzanan o kabusa battı.

Gülen Cemaati de, sağ, sol ve İslami kesimlerden demokratlar da, siyasi eleştiri ve mücadeleyi varoluşsal bir karşıtlığa dönüştürmeden yürütmeyi başarmalı.

Ve alternatifin ne olduğunu hiç ama hiç unutmamalı.

“İdeali” ararken “mümkün olanı” da kaybetmemek için…